KİTAP TANITIMLARIM 12.

 


“GECE” (Night) – A. Alvarez, Ayrıntı Y., 296 s., 1. Basım, 2001.

Geldiğim hiçliğin karanlığı ne kadar mutlaktır diye merak ederim hep. Gözlerimi kapattığımda ya da ışıkları söndürdüğümde yakaladığım karanlık, mutlaka içinde ışık parçaları kirliliği barındırmakta. Oysa ben hep %100 karanlığı merak ettim. Ölüm sonrasıyla doğum öncesindeki o tonu görme şansım da yok ne yazık ki. Çocukken, köyde çobanlık yapan kuzenimle bir gece dışarda yatmıştım. Köyden uzakta, etrafta hiç yaşam biriminin olmadığı, aysız, bulutlardan dolayı yıldızsız bir geceydi. Gerçekten çok karanlık gelmişti bana o gece. Yine de etrafta koyunlar, birkaç köpek ve elbette kuzenim vardı. Mutlak karanlığı, hiçliği ne kadar hissedebildim hayatımda bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa karanlığa, geceye tutkun olduğum. Hele ki rüyalara… Bazen uyandığım dünyadansa rüyalarda olmayı tercih ediyorum. Geçen hafta sonunun yarısını öyle uyuyarak geçirdim mesela.

Kendim hakkındaki bu kısa girişten sonra kitaba geçeyim. Kitabın benim için ne kadar ilgi çekici olduğunu vurgulamak istedim. Gece hakkında kitap yazmak ilginç bir fikir… Yani çok genel bir konu. Böyle zor bir işin içine girmiş yazar yine de oldukça fazla konuya değinmiş, araştırmış. “Işık Olsun” adlı ilk bölümde aydınlatmanın, ışığın tarihçesini okuyoruz. Ateşin bulunuşundan ampulün icadına, oradan modern dünyaya kadar oldukça ilginç gelişmeler yaşanmış. Mağaralarda, ısınma dışında ilk kez bir insanın eline yanan odunu alıp önünü aydınlatarak ilerlemesinden başlayan serüven daha sonra hayvansal yağların uzun süre yandığının keşfedilmesiyle ilk meşalelerin yapılmasıyla devam ediyor. Mumlar, lambalar, ilk sokak aydınlatmaları, nihayetinde de insanlık tarihinde dönüm noktalarından birisi olan ampulün icadıyla insanoğlu karanlığı aydınlatmaya, geceyi yaşanabilir kılmaya çalışmış.

“Merdivenlerin Başındaki Karanlık” adlı ikinci bölümde ise yazar kendi çocukluğunu, anılarını anlatıyor. Elbette bunu karanlık-korku temalarının altındaki enstantanelerinde gerçekleştiriyor. Daha sonraki “Uyku Laboratuvarı” başlıklı kısımda ise uyku konusunda araştırma ve ölçümler yapılan bir laboratuvara konuk olup, uyumayla ilgili rahatsızlıkları olan bir hastanın uyku esnasındaki gözlemlenmesinde, ölçüm cihazlarıyla yapılan deneyde buluyoruz kendimizi.  Kitabın hemen hemen yarısını kaplayan, en uzun bölüm olan “Rüyalar” ise çok sayıda alt başlıktan oluşuyor. Rüyaların, beynin işlevinin fizyolojisini öğreniyoruz önce. Rüya mekanizması nasıl oluşuyor,  bu esnada beynimizin neresinde neler oluyor, bunları okuyoruz. Daha sonra rüyaların yorumlanmasına geçiliyor. İlkçağlardan başlayarak elbette Freud ve diğer psikanalistlere kadar rüya yorumlamalarını bize aktarıyor yazar. Ayrıca Freud’un eleştirildiği, yanlış bulunduğu konularda da diğer bilim adamları ile psikanalistlerin farklı fikirlerini okuyoruz. Oradan da yazarlara, sanatçılara atlanıyor. Özellikle Kafka gibi, rüyavari bir atmosferde yazanlar, korku-gerilim yazarları ile sürrealistlerin rüyalardan nasıl etkilendiğini, kendi sanatlarında bunun yansımalarını okuyoruz.  Benim en çok ilgimi çeken, en keyifle okuduğum bölüm bu oldu.

“Asayişi Muhafaza” adlı bölümde ise New York’un uyuşturucu ve fuhuş mekânı sokaklarında gece devriyesi yapan polislere eşlik eden yazar, orada gördüklerini anlatıyor. Şiddet, suç, fakirlik, berbat koşullardaki insan hayatının dramını izliyoruz. Ancak bir önceki bölümden sonra aşırı sokak ağzına giren dil beni biraz rahatsız etti. Bilimsel ve entelektüel konulardan birden argoya girince iki farklı kitap okuyormuş gibi oldum. Elbette sokaklarda yaşadıklarını başka türlü anlatması zor olurdu ama en azından bölümlerin sıralanışı adına bu kısım pek oturmamış kitaba. Bence olmasa da olurdu. Son bölümde de yine çocukluk anılarına dönüp gece kuşlarından bahsediyor. Kitap böylece noktalanıyor.

Oldukça keyifli bölümleri olan bir kitaptı. Gece, çok geniş bir konu olduğu için ne yazsa eksik kalacaktı belki ama mitoloji ve dinle ilgili bölümler de olabilirdi diye düşünüyorum. Onun dışında şu sokak bölümü hariç oldukça keyif aldığım bir kitap oldu.

Gece ve karanlığa selam olsun diyor, alıntılarıma geçiyorum: 

“Rüya sırasında zihinde görülen beş temel özellik akıl hastalarının sanrılarında, kendilerini kaybetmelerinde, tuhaf düşüncelerinde, hülyalarında ve hafıza kayıplarında da görülebiliyor. Zaten sabuklama, bunama ve psikoz bu zihinsel semptomların birleşerek yarattıkları şeyler. Öyleyse denebilir ki rüyalarımız psikozlu ve rüyalarımız esnasında hepimiz kafayı yemiş kaçıklara dönüşüyoruz. Bizi bu sıfattan kurtaran tek şey, o sırada uyuyor olmamızdır. Bundan dolayıdır ki düş görme, akıl hastalığında seyreden türden bir psikolojik sürecin ürünü olarak görülebilir. Çünkü normal insanlar rüyalarında akıl hastalığının önemli emarelerinin tamamını sergileyebiliyorlar. Bu sebepledir ki rüyalar üzerine yapılan çalışmalar bir tür akıl hastalığı üzerine yapılan çalışmalar olarak görülebilir.”

“Karanlıkta başladım ve hiç kuşkusuz karanlıkta da bitireceğim. Ancak başlangıç ile son arasında bir yerlerde, yalnızca kendi kendime bile olsa, karanlığı açıklamayı denemeliyim. Açıklamam ne denli tuhaf olursa olsun. Sonuç önemli değil.”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER