KİTAP TANITIMLARIM 137.

 

“BİR YARASA BİR KIZA AŞIK OLDU” – Kenan Hulusi Koray, İthaki Y., 205 s., 1. Baskı, 2021.

 

“Sevgide sonsuz ihtiras. Bu bir felakettir. Ve neticede ölüm muhakkak. Fakat ne olursa olsun, seven tahammül eder. “

 

“Korona virüs pandemisi…” diye başlayınca kitap birden “Ne oluyoruz?” dedim ama editör Serdar Soydan’ın yazdığı Önsöz’ü okuyormuşum meğer. Olayın pandemiyle bağlantısı ise Koray’ın da bir salgında, üstelik genç yaşta hayatını kaybetmiş olması. Henüz 37 yaşındayken, 1943’te tifüs salgınında hayatını kaybeden yazarın daha önce birkaç öyküsünün olduğu iki kitap tanıtmıştım Bu kitapta ise 18 öykü yer alıyor. Bunlardan 4 tanesi, daha önce tanıttığım kitaplarda ortak olanlar.

Korku fanı olarak, Koray’ı okumak kaçınılmazdı benim için. Çünkü her ne kadar günümüzde ülkemizde korku-fantastik vs. türlerinde yazan birçok yazar olsa da Türk Edebiyatı’ndaki ilk korku yazarı olarak geçiyor Koray. Üstelik hemen hemen hep gotik korku türünde öyküler yazmış. Daha önce tanıttığım kitaplarında daha az öykü olduğu için tarzına, öykü kurgu şablonlarına bu kitapta daha geniş çerçeveden bakabildim ve üzerinde biraz daha yorum yapabileceğim. Gotik, geniş bir kelime. Mimari, müzik gibi diğer sanat dallarında gotik bir yana, edebiyatta da tek bir tema ya da alt tarzı ifade etmiyor. Şatolardan, tekinsiz mekânlardan, hayaletlerden, vampirlerden, kurt adamlardan, romantik aşk hikâyelerine kadar birçok karakter, mekân, tema ve olay içeren bu tarzın ortak temasını “tekinsizlik” olarak değerlendirebiliriz belki. Koray da tekinsiz öyküler yazıyor. Gotik deyince tabii ki Viktorya Dönemi, şatolar, pelerinler falan gelmesin aklımıza. Haliyle Türk kültürü ve coğrafyasına uyarlıyor Koray tekinsizliği. Genelde taşrada geçiyor öyküler. Kentlerde değil, doğada ya da ıssız yerlerde vuku buluyor olaylar. Olay odaklı öyküler bunlar. Karakterler samimi. Nasıl ki Viktoryan jargon, düzeyli ve kibar bir iletişim sunarsa bize batılı yazarların gotik öykülerinde, Koray da döneminin hem samimi hem kibar iletişimini sunar karakterlerinin ağzından.

Tüm öyküleri okuduktan sonra daha iyi anladım ki Koray’ın öykücülüğü üzerinde Poe’nun etkisi oldukça fazla. Koray’ın temalarına göz attığımızda Poe’dan çok esinlenme görüyoruz: gerçekle hayalin iç içe geçtiği sahneler, hezeyanlar, belirsizlik, tekinsizlik, ölüm, cinayet, ölümden geri dönüş vs. Hatta ölen genç ve güzel kadın ve mumya da görünür bazı öykülerde. Poe’nun meşhur “Kuzgun”u gibi Koray’da da 2 öyküde ana karakter, diğer bir gotik kuş olan yarasadır hatta. Benzerlikler bununla da bitmez. Koray, öykülerini vurucu sonla, kısa tek cümlelerle bitirip şok etkisi yaratmaya çalışır genellikle. Bunu ilk yapan Poe’dur zannımca ve en iyi yapanların başında da Lovecraft gelir. Bunlar dışında bazı diğer 19. Yüzyıl gotik korku yazarlarından da izlekler bulunabilir Koray’ın öykülerinde. Hatta bazı öykülerde direkt o tarz yazarların isimleri geçiveriyor aralarda. Sadece gotik korkuyla da sınırlı kalmaz bu ismi geçen yazarlar. Bir öyküde köy kahvesindeki insanlara bakıp “Böyle yüzler Dostoyevski romanlarında bile görülmemiştir.” der karakter örneğin.

Her ne kadar bu detaylar öykülere zenginlik katsa da, yoğun edebi dilli, üst seviye öyküler değildir çoğu. Etkilendiği yazarların gerisinde kalır. Öykülerin bazılarında vurucu sahneler, güzel etki yaratan anlatım bulabilmemize rağmen bazıları daha vasattır. Koray’ın yazdığı dönemlerde belki zamanla yazma işini daha geliştirmiş olduğunu söyleyebiliriz bu minvalde. Zaten çok genç yaşta yaşamını yitirmiştir. Üstelik yaşadığı dönemde kimsenin yazmadığı bir tarzda yazıyordur. Bu yüzden saygıyı hak eder. Olay odaklıdır öyküler. Kısadır. Kitaptaki öyküler ortalama 5-15 sayfa uzunluktadır. Yalnızca kitaba adını veren öykü 40 sayfa civarındadır ve novellaya göz kırpar. Tek istisna odur. Kitabın en sonuna konmuştur. Koray’ın öyküleri yerli yazarlarımızdan ise bazen Ömer Seyfettin’i andırır.

Genel değerlendirmelerin ardından öykülere göz atalım. Daha önce tanıttığım ortak 4 öyküden “Kavaklıkoz Hanında Bir Vaka”, Sheridan Le Fanu’nun tekinsiz mekân öykülerine benzer bir yol izleyen, Konya ile Beyşehir arasında Kavaklıkoz tepelerinden birinin eteğine kurulmuş bir handa yaşanan gerilimli, gizemli bir olayı anlatır. “Bir Garip Adam” adlı öyküde bir ağacın, ölümüne neden olacağı kehaneti yüzünden ormandan ve ağaçlardan korkan “garip bir adam” Tokatlı Yusuf’un ormanda çalışmak zorunda bırakılmasıyla gelişen olaylara tanıklık ederiz. “Dirilen Mumya”, adı üzerinde, bir müzede dirilen bir mumyayı anlatır. “Belki Bir İllüzyon” adlı öyküde, Yörük köyüne yaya olarak posta hizmeti yapan 27 yaşındaki Hüseyin Tanrıbilir’in yaşadıkları, üçüncü anlatıcıdan aktarılıyor. Yolda gördüğü köylü kızına kafayı takmıştır. Yaşlı bir adam tarafından uyarılmasına rağmen, onun peşinden gider. Belki de gördüğü gerçekten bir köylü kızı değildir kim bilir…

İlk kez okuduğum diğer 14 öyküden en beğendiğim “Ömer Besi’nin Başı” oldu. Poe’nun Toby Dammit’i geldi hemen aklıma öykünün odak sahnesinde. Kimsenin yakalayamadığı, öldürülmesi için ödül konulan bir eşkıya anlatılır öyküde. Hatta onun insan olmadığı, bütün hayvanların kemiklerinden birer parça alınmasıyla meydana gelmiş bir mahlûk olduğu söylenmektedir. Burası da Kurt Adam, Frankensten’ın canavarı gibi meşhur korku karakterlerini akla getirir. Öykünün sonundaki yer değiştirme, hezeyan, dehşet sahnesi belirsizlik de içerir. Zaten yazarın bazı öykülerinde sevdiğim bir nokta da belirsizlik içermesidir bazı detaylarda.  “Tuhaf Bir Ölüm”, “Doktor Popen’in Karısı”, “Köyde Cinayet”, “Bir Cinayetin Hikâyesi” adlı öyküler ölüm-öldürme-öldürülme temalarını işler. Poe’nun ilk polisiye öykülerine de yandan göz kırpar. Ölüm temasının en atmosferik işlendiği öykü ise “Bir Mezarcının Hayatı”dır. Adı gibidir öykü. Ölümün atmosferi, toprağın kokusu siner öyküye. Kısa kısa cümlelerle yazılan öykü, biçem olarak da farklılık sergiler. “Kemahlı Değirmenci”,  “Denizin Aldığı Adam” ve “Sazlık” adlı öykülere ise denizin kokusu siner. Toprak gibi, deniz de tekinsiz bir simge olarak kullanılır. Ölümle birleşir. Özellikle “Sazlık”, kitapta en beğendiğim diğer öykülerdendir. Bir balıkçının aşkını anlatır. Kendisini terk ettiğini sandığı sevgilisini her gün geri dönecek diye beklemektedir. Bu öyküde ayrıca su perisi, denizkızı gibi bir figürün yerli yansımasını görürüz. Metin Erksan tarafından da filme uyarlanmış. “Bir Tutam Saç”,  aşk, ölüm ve sanrının, belirsizliğin iç içe geçtiği yine beğendiğim bir öykü oldu. “Kemiksiz Kadın”, doktora yapan bir tıp öğrencisinin, üzerinde çalışmak için getirdiği iskeletle eş zamanlı olarak hayatına giren dansçının hikâyesini anlatır. E.T.A. Hoffmann kokusu aldım bu öyküden. “Bir Kölenin İntikamı” ise farklı olarak Bin Bir Gece Masalları tarzındadır.

Kitaba ismini veren öykünün öncülü gibi olan “Gece Kuşu” bir yarasanın ısırdığı kızı anlatır. “Bir Yarasa Bir Kıza Âşık Oldu”da olay örgüsü ve zaman daha geniştir. İsminden daha karanlık ve gotik bir öykü bekleriz ama tam öyle olmaz. Yarasa çok az görünürken, olaylar eski tarihe, büyülü nesne mavi taşa, Umberto Eco ya da Dan Brown romanlarındaki gibi tarihi tekinsiz kurguya gider. Bundan da bir film çıkabilirmiş aslında.

Sonuç olarak, eğer tekinsiz kurgu fanıysanız ve yerli yazınımızda da bu işi takip etmek istiyorsanız işe Koray’la başlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Zaten o dönemlerden yakın zamanımıza kadar bu tarzda okuyacak fazla yazar bulamayacaksınız. Günümüzde ise FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) üyesi yazarlarımızı takip ederek, türün güncel ürünlerine ulaşabilirsiniz.

 

“Bilakis en çok inanmak istemediğimiz şeyde hakikatin en çok hissesi vardır ve bir gün herhangi bir yerde sinirlerimize hâkim olamamak korkusu ile onu reddetmiş, daha doğrusu güneşi balçıkla sıvamaya kalkmışızdır.”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER