KİTAP TANITIMLARIM 204.

“OPERADAKİ HAYALET” (Le Fantome de l’Opera) – Gaston Leroux, İthaki Y., 360 s., 1. Baskı, 2021.

 

“Bu, doğumundan beri insanlığı titreten bir korkuydu: Bilinmeyenin korkusu.”

 

Tekinsiz yazının en meşhur eserlerinden birisini tanıtacağım sizlere. Türün sevenleri, iyi bilmesine rağmen “Operadaki Hayalet” kitabını belki de baştan sona okuma fırsatı bulamamışlardır. Defalarca film/müzikal vs. uyarlamaları yapılan bu gotik romans, Fransız yazar Gaston Louis Alfred Leroux (1868-1927) tarafından 1909-1910 yıllarında bir yerel gazetede parça parça yayımlanmış, hemen akabinde kitap olarak basılmış. Kitap, aynı zamanda yazarın en bilinen eseri. Genellikle dedektif öyküleri yazan Leroux’un diğer önemli bir eseri de, kapalı mekân geriliminin öncülerinden sayılan “Sarı Odanın Esrarı”.

“Operadaki Hayalet”, hayal gücümüze bolca malzeme veren görsel ve müzikal atmosferin estetik bir çerçeve sağladığı, gotik korku, gizem/gerilim, dedektiflik/polisiye, romantik/dram tarzlarını birleştiren leziz bir roman. Yazar bu romanı oluştururken, on dokuzuncu yüzyılda Paris Operası'ndaki tarihi olaylardan ve söylentilerden esinlenmiş. Burada meydana gelen bir kaza (dev bir avizenin düşmesi) ve öncesindeki bazı doğaüstü söylentileri derleyip kendi kurgusuyla birleştirmiş. Kitabın başında, gerçekten okuyucu ya da izleyiciyi korkutmak için korku sanatında bazen kullanıldığı gibi, yaşananların gerçek olduğunu iddia ettiği Önsöz bölümü yer alıyor. Paris Operası, romanın ana mekânı. Bunun dışında sadece geçmişteki bazı olayların anlatıldığı yerlerde dış mekânlar ve bir de mezarlık sahnesi var. Opera çalışanları tarafından bazen görüldüğü iddia edilen, orada yaşadığına inanılan “hayalet” (Erik) ana kötü karakter. “Hayalet”, opera yönetimi ile bir çalışan kadın aracılığıyla iletişim kurarak onlara istediklerini yaptırıyor: para alıyor, 5 numaralı locayı kendisi için ayırtıyor vs. Romanın başlarında, opera yöneticilerinin el değiştirmesiyle, yeni gelen yöneticilerin hayaleti ciddiye almamaları, birilerinin yaptığı bir oyun olduğunu düşünmeleriyle olaylar başlıyor.

Operanın hayaletinin ne/kim olduğu ve tehdit/gazabıyla korku, hayaletin yakalanmaya ve olayların çözülmeye çalışılmasıyla polisiye ve gizem, operanın yeni yıldızı genç ve güzel İsveçli soprano Christine ile çocukluk arkadaşı ve yeni aşığı kont Raoul de Chagny ile yine Christine’e âşık olan hayalet arasındaki ilişkiler ve olaylar nedeniyle aşk, bu olaylarla birlikte bu karakterlerin geçmiş hikâyeleriyle dram yaratılıyor. Hatta bunların üstüne, temposu düşmeyen olay örgüsüyle macera yaratılması ve operanın alt katlarındaki mekanizmaların biraz da bilim kurguya göz kırpmasıyla kitap, elimizde neredeyse her türü harmanlamış bir roman olarak duruyor. Kitapta Operanın Hayaleti ve Müzik Meleği olarak bilinen Erik, takıntılı olduğu soprano Christine ile gençlik aşkını tazelediği çocukluk arkadaşı Vikont Raoul de Chagny’den oluşan üç ana karakter dışındakiler: operanın baş sopranosu kibirli primadonna La Carlotta, Erik’in geçmişinden gizemli bir adam olan Acem, Raoul’un abisi Philippe, operanın yeni yöneticileri Armand Moncharmin ve Firmin Richard, hayaletle opera yönetimi arasında iletişimi sağlayan Madam Griy ve küçük kızı Meg, operanın önceki yöneticileri Mösyö Debienne ve Mösyö Poligny, Christine’in yaşlı koruyucusu Madam Valerius sayılabilir.

 

DİKKAT! SPOILER BAŞLANGICI!

1880'lerde geçen romanda, bir sahne görevlisinin ipe asılmış halde bulunmasının ardından, Paris, Palais Garnier Opera Binası'na "Operadaki Hayalet" veya "Opera Hayaleti" olarak bilinen bir varlığın musallat olduğuna inanılıyor. Opera binasının iki yöneticisinin emekliliği için düzenlenen bir gala operasında, genç, az tanınan İsveçli soprano Christine Daaé, hastalanan operanın baş sopranosu Carlotta'nın yerine şarkı söylemesi için çağrılıyor ve performansı herkesi şaşırtıyor, etkiliyor. Gösteride bulunan Vikont Raoul de Chagny, onu çocukluk oyun arkadaşı olarak tanıyor ve ona olan sevgisini hatırlıyor. Soyunma odasının içinden bir adamın ona iltifat ettiğini duyduğu sahne arkasını ziyaret etmeye çalışıyor. Christine ayrıldıktan sonra odayı araştırıyor, ancak odayı boş buluyor. Christine, odasında duyduğu sesle ilgili olarak onunla yüzleşen Raoul ile buluşuyor. Christine, babasının kendisine ve Raoul'a bahsettiği "Müzik Meleği" tarafından eğitildiğini söylüyor. Raoul, onun bir şakanın kurbanı olabileceğini düşünüyor. Christine bir gece babasının mezarını ziyaret ediyor ve burada beliren gizemli bir figür onun için keman çalıyor. Operaya döndüklerinde, yeni yöneticiler hayaletten, Christine'in bir sonraki gösteride başrolü oynamasına izin vermeleri ve 5 Numaralı Loca’nın onun kullanımı için boş bırakılmasını talep eden bir mektup alıyorlar. Yöneticiler, bunun bir şaka olduğunu varsayarak görmezden geliyorlar, bu da feci sonuçlara yol açıyor. Çünkü La Carlotta bir opera gösterimi esnasında kurbağa gibi sesler çıkarmaya başlıyor ve dev bir avize aniden seyircilerin üzerine düştükten sonra kaos yaşanıyor ve bir seyirci ölüyor.

Christine'i soyunma odasından kaçıran hayalet, kendisini Erik adında deforme olmuş bir adam olarak gösteriyor. Erik, tutsağını birkaç gün onunla birlikte ininde tutmayı planlıyor. Yine de, maskesi düşüp eski, kurumuş bir kafatasına benzeyen burunsuz, çökük yüzü göründüğünde planlarını değiştiriyor. Onu terk edeceğinden korkarak Christine’i kalıcı olarak tutmaya karar veriyor, ancak Christine iki hafta sonra serbest bırakılmasını istediğinde, ona verdiği yüzüğünü takması ve ona sadık olması şartıyla kabul ediyor. Opera binasının çatısında Christine, Raoul'la kaçış planı yapıyor ve Raoul'a, Erik dirense bile onu asla bulamayacağı bir yere götürme sözü veriyor. Erik, gizlice onları izliyor ve tüm konuşulanları duyuyor. Ertesi gece, öfkeli ve kıskanç Erik, Christine'i kaçırıyor ve onu kendisiyle evlenmeye zorluyor. Raoul, yalnızca 'Acem' olarak tanımlanan gizemli bir opera binası müdavimi tarafından Erik'in binanın altındaki dehlizlerdeki gizli sığınağına götürülüyor. Yine de, Christine onunla evlenmeyi kabul etmezse onları ve operadaki herkesi patlayıcı kullanarak öldüreceği tehdidinde bulunan Erik tarafından aynalı bir odada mahsur bırakılıyorlar. Baskı altındaki Christine, Erik ile evlenmeyi kabul ediyor. Erik başlangıçta, patlayıcıları söndürmek için kullanılacak suyu kullanarak Raoul ve Acem’i boğmaya çalışıyor. Yine de Christine, intihara teşebbüs ettiği için gelini olduktan sonra kendini öldürmeyeceğine söz vererek onun "yaşayan gelini" olmayı teklif edip yalvarıyor. Erik sonunda Raoul'u ve Acem’i işkence odasından çıkarıyor. Erik, Christine ile yalnız kaldığında, onu alnından öpmek için maskesini kaldırıyor ve sonunda ona bir öpücük veriyor. Erik, o ana kadar, öpmeye kalktığında kaçmayan hiç kimseyi görmediğini söylüyor (kendi annesi dâhil). Christine kaçmayan ilk kişidir. O ve Christine daha sonra birlikte ağlıyorlar. Christine, Erik’e acıyor, ayrıca Acem ve Raoul'un kurtulmalarını sağlıyor. Bu yaşananlar karşısında Erik, Christine’in Raoul’u ölümüne sevdiğini anlayarak aradan çekilme kararı alıyor. Ancak Christine, ölüm gününde onu ziyaret edeceğine ve ona verdiği altın yüzüğü geri vereceğine dair söz verdiriyor. Ayrıca yakında aşktan öleceği için daha sonra gazeteye gidip ölümünü bildireceğini söylüyor. Bir süre sonra, Christine gerçekten de Erik'in inine geri dönüyor. İstediği gibi, altın yüzüğü geri veriyor ve onu asla bulunamayacağı bir yere gömüyor. Daha sonra yerel bir gazete basit bir not yayınlıyor: "Erik öldü". Christine ve Raoul daha sonra bir daha geri dönmemek üzere birlikte kaçıyorlar.

Son bölüm, Erik'in hayatından parçaları, anlatıcının Acem’den aldığı bilgileri bir araya getiriyor. Erik'in yüzünün doğuştan kusurlu olduğu (korkunç bir surat) ve onun bir inşaat işi sahibinin oğlu olduğu ortaya çıkıyor. Panayırlarda ve kervanlarda çalışmak için memleketinden kaçtığı, Avrupa ve Asya'da sirk sanatlarında eğitim aldığı ve sonunda İran ve Türkiye'de hileli saraylar inşa ettiğini öğreniriz. Sonunda Erik Fransa'ya dönmüş ve kendi inşaat işini kurmuş. Paris Operası’nın temelleri üzerinde çalışması için taşerona verildikten sonra Erik, yöneticileri gözetlemesine imkân sağlayan gizli geçitler ve diğer hilelerle tamamlanan, içinde kaybolmak için ihtiyatlı bir şekilde kendine bir sığınak inşa etmiş.                                         

 SPOILER SONU!

 

Müzik meselesine tekrar değinelim. Kitapta, müzik önemli bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Zaten daha kitabın adından ve geçtiği mekândan başlayarak genel çerçeve atmosfer yaratan müzik, Christine ve Erik'in ilişkisinin temeli olması bakımından roman boyunca belirgin. Christine, Erik'i, babasının bir gün ona geleceğine söz verdiği Müzik Meleği olarak görüyor. Hayalet, Christine'i müzikal koruyucusu olarak görüyor ve müziğe olan tutkusunu ona bildiği her şeyi öğretmek için kullanıyor. Faust ve Danse Macabre gibi operalar da bazı tekinsiz olayların ön habercisi olarak gerilim yaratıyor. Kitabı okurken arkaya bu operaları açmak hissiyatı artırıyor.

Tarz meselesine tekrar değinelim şimdi de. Roman, çeşitli araştırmalar yoluyla bilgilerini alan bir dedektif tarafından anlatılıyor. Araştırılan gizem, opera binasında pusuya yatmış, sanki sihirle ulaşılmaz yerlerde birdenbire ortaya çıkmış gibi görünen hayaletin kimliği ve nedenidir. Ancak, gizemli roman çerçeve hikâyesi, türün daha çok gotik bir romantizm olması için bir cephe gibi görünüyor. Operanın Hayaleti’ni diğer gotik korku efsane karakterleri Frankenstein’ın canavarı, Dr. Jekyll/Bay Hyde, Dorian Gray ve Drakula ile karşılaştırabiliriz. Hayaletin, insanları kaçırıp öldürdüğü bir işkence odası vardır ve mezarlıktaki şapelin duvarları insan kemikleriyle kaplıdır. Ayrıca, “Frankenstein” romanının en temel temalarından birisi olan, yabancı/farklı/çirkin olanın toplum tarafından dışlanması, ondan korkulması da bu romanda karşımıza çıkar. Kitap, bir gotik roman olmak için gerekli birçok yapıyı da barındırıyor: karanlık, fırtınalı ilişkiler, hayalet söylencesi, delilik, öfke, hurafe-gerçek ikilemi, intikam vs. Hayalet mi yoksa gerçek biri mi olduğu romanda çözülen Erik, kimsenin onu veya inini bulamayacağı hayalet benzeri niteliklere sahiptir ve bir canavar olarak görülür. Korkunç görünümü ve uyguladığı şiddet eylemleri nedeniyle insanlar ondan korkmaktadır. Romanın romantik kısmı ise belirttiğim gibi; Hayalet, Christine ve Raoul arasında bir aşk üçgenini içeriyor. Raoul, Christine'in aşina olduğu ve sevgi duyduğu çocukluk aşkı olarak görülüyor. O zengindir ve bu nedenle hem güvenli hem de sağlıklı bir Hıristiyan evliliği sunar. Hayalet ise bir yabancıdır. O; karanlık, çirkin ve tehlikelidir ve bu nedenle yasak aşkı temsil eder. Ancak Christine, onu Müzik Meleği olarak gördüğü için ona çekilir ve onun yalnızlık ve karanlık varlığına acır. Bilinmeyene karşı duyulan korku, bilindikten sonra hem Christine hem de okuyucu için farklı duygulara evrilir böylece.

Yazarın dili, modern tarzda. Roman, olay odaklı ilerlediği için temalar, duygular, karakterlerin içsel meseleleri konusunda metinler fazla süslenmemiş ya da diğer bir bakış açısıyla boğulmamış. Zaten, sahneler yeterince duygu-yoğun. Başlarda karakter kalabalığı, Fransızca isimler ve olayların hızlı temposu yüzünden biraz yoruldum ve kitabın içine ilerleyen bölümlerde tam girebildim. Yukarıda belirttiğim tüm tarz birleşimlerine rağmen benim için bu roman temelde bir gotik-romantik dramdır; “dışlanmışın, çirkinin mutluluk arayışı ve hakkı” meselesidir.

Kitap, sahne müzikallerinden filmlere ve çocuk kitaplarına kadar birçok esere uyarlandı. Filmler konusunda en dikkate değenler; 1925 yapımı siyah-beyaz olan, 1943 (Arthur Lubin), 1962 (Terence Fisher) ve 2004 (Joel Schumacher) uyarlamalarıdır. Sonuncusu olaya müzikal (diğerleri korku)  açıdan yaklaşmaktadır. Ayrıca yine 2011’de başarılı bir müzikal uyarlama vardır. Kült İtalyan yönetmen Dario Argento ise 1998’de maalesef vasat bir uyarlamasını ekrana taşımıştır.

“Operadaki Hayalet”, tüm tekinsiz sanat takipçilerinin okumasını gerekli gördüğüm, önemli bir roman. Kitaplığınızda Dracula, Frankenstein gibi devlerin yanına yer açın.  

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER