KİTAP TANITIMLARIM 79.

“SİCİLYA’DA BİR AŞK HİKAYESİ” (A Sicilian Romance) – Ann Radcliffe, Can Y., 227 s., 1. Basım, 2011.

 

Bakın akıp giden şu mor derelere!

Bakın şu derin mi derin eleme!

Çılgın Öfke’nin ölüm feryadı!

Erdem’in ahı, Keder’in figanı!”

 

Can Yayınları’nın Gotik Edebiyat Seti’ne devam ediyorum. Sıradaki kitap, edebiyatta gotiğin annesi sayılan İngiliz yazar Ann Radliffe tarafından 1790’da yazılmış “Sicilya’da Bir Aşk Hikâyesi”. O yıllarda bir kadının roman yazması hiç de kolay değildi, öncelikli takdiri bu konuda vermeliyiz yazara. Türün öncülerinden olan yazar 6 adet roman yayımlamış ama dilimizde benim bildiğim 2 tanesi var. Umuyorum hepsi çevrilir de okuma şansı buluruz.

Roman, öyle bir “gotik romantik” ki bu kadar “gotik romantik” olabilirmiş ancak. Setteki kitapların içinde her birinin ön kapağında yazan “gotik romantik” ifadesinin karşılığını en iyi bu roman veriyor diyebilirim. Gotik Edebiyat deyince aklınıza gelecek mekânların çoğu var öncelikle: Büyük bir şato, karanlık koridorlar, orman, mağaralar, nehirler ve benzeri doğa manzaraları, kırsaldaki harabeler vs. Temalara baktığımızda ise yine türde sık işlenen aşk, tutku, erdem, gurur, melankoli ve gizemi buluyoruz kitapta. Karakterler de yine soylulardan oluşuyor. Elit ve aristokrat kesim diyebiliriz. Lordlar, Markizler, Leydiler, Şövalyeler vs. Fakat doğaüstü varlıkların ve olayların cirit attığı bir ortam beklememeniz gerektiğinin hemen altını çizeyim. Kurgu tamamen realist durumda. Sadece şatonun bir kısmında gece duyulan seslerin gizeminin çözülmesini beklerken siz de romandaki karakterler gibi doğaüstüne öykünebiliyorsunuz.

Sonrasında bahsetmek istediğim konu ise edebiyat meselesi. Evet, gotik öykü, korku kitabı, gerilim romanı vs. sayısız kitap okuyoruz, ancak içlerinde “edebiyat” ifadesini hepsi hak etmiyor. Zaten kitap, tek başına bir kültür ya da sanat nesnesi olmaktan çıkalı çok oldu. Her önüne gelen bir şeyler karalayıp yayınevlerine para vererek kitap bastırabiliyor. Her neyse, konuyu dağıtmayayım. Bu roman, klasikler seviyorsanız size hitap edecek bir yapı içeriyor. Yazarın dilini çok beğendim. Oldukça edebi. Okuduğum en iyi manzara betimlemelerini yapanlardan birisi oldu özellikle. Denizin nemini taşıyan rüzgârın yüzüme vurduğu o ıslak hissi yaşadım ya da mağaralardan yankılanan seslere karışan yağmurun kokusunu duyumsadım yer yer. Doğa manzaraları romantizmi destekliyor.

Merkezdeki konu ise Sicilya’da Mazzini Şatosu’nda yaşayan, babası tarafından istemediği bir evlilik kararı verilen Julia’nın, sevdiği adamla beraber kaçmaları, babasının peşlerine düşüp izlerini sürmesi etrafında şekilleniyor. Çerçeve olaylar da var elbette. Bazı sırlar ortaya çıkıyor. Durağan ilerleyen kurgunun son kısımlarında tempo artıyor. Kaçış-takip, batan tekne gibi aksiyonlar da kendine yer buluyor kurguda.

Aslında Julia karakteri yine gotik edebiyatta alışkın olduğumuz melankolik ve genç kadın karakterlerin öncüllerinden diyebiliriz. Annesi ve ablasıyla birlikteki dayanışması ve sergiledikleri güç de romanın kadın karakterlerden yana bakış açısını yansıtıyor.

Bu kadar olumlu şey söylememe rağmen, kitabın benim sevmediğim yanı ise aslında en temel meselesi. Yazarın edebiyatla yapmak istediği, didaktik olmak, ahlak-erdem ve inanç savunuculuğu yapmak. Ana fikir: “Sabret ve doğru yoldan git, erdemlerinden vazgeçme, önünde sonunda Tanrı’nın kati himayesine erişirsin ve mutlu olursun…” Bu anlamda Julia’nın yaşadıklarının Marquis De Sade’ın Justine karakterinin yaşadıklarının tam zıttı olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu noktada roman benim için, her ne kadar edebi olarak hakkını yemek istemesem de, etkileyici bir iz bırakamıyor. 

Ağır ilerleyen, betimlemeler ve karakter çözümleme ağırlıklı, çok başarılı bir edebi dile sahip bir roman okumak istiyor ve özellikle romantik-gotik romanlardan hoşlanıyorsanız okuyabilirsiniz. Müthiş sürükleyici bir kurgu ya da sizi sarsacak şiddetli yapılar beklemeyin.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER