KİTAP TANITIMLARIM 46.

 “GOTİK KISA HİKÂYELER” – Kolektif, 175 s., 1. Basım, 2018.

“Zavallı fani insanoğluna dadanan şeylerin en kötüsü’ dedim. ‘Ve o da tüm çıplaklığıyla, korku!”

Adında gotik geçen ve toplama öykülerden oluşan bir kitap gördü mü kaçırmam. Bu kitabı da görür görmez edindim.  Üstelik içindeki 10 hikâyeden 6’sını bilmeme rağmen… Gotik korku öykülerine her zaman bayılmışımdır. Bu kitaptaki seçkide de gayet iyi öyküler yer alıyor. Bir kısmı olayların geçtiği mekânlarla, bir kısmıysa karakter ve olaylarla gotik korku tarzının hakkını veren öyküler bunlar. Bu tarz seçkilerin olmazsa olmazı Poe’dan 2 öykünün kitabın açılış ve kapanışını yapması (Usher Evi’nin Çöküşü ve Oval Portre), ayrı bir güzel olmuş. Daha önceden iyi bildiğim diğer öyküler ise: H.G. Wells – “Kırmızı Oda”, Charlotte Perkins Gilman – “Sarı Duvar Kâğıdı”, G.D. Maupassant – “El” ve R.L. Stevenson – “Ceset Hırsızları” idi. Kitapta yer alan, daha önce okumadığım 4 öykü ise Nathaniel Hawthorne – “Evliliğin Matem Çanı”, Mary Shelley – “Dönüşüm”, Elizabeth Gaskell – “Yaşlı Hemşirenin Hikâyesi” ve Charles Dickens – “Kuşkusu Kuvvetle Muhtemel Bir Hadise”…

Büyük isimlerin yer aldığı seçkide Poe’nun en gotik öykülerinden olan “Usher Evi’nin Çöküşü” açılışı yapıyor. Tekrar okuyup, evin duvarlarına gömülmüş genç ve güzel Madaline’ın fırtınalı bir gecede ayaklandığı sahnenin karanlık imgeleminin tadını bir kez daha çıkardım. Poe’nun meşhur teması genç ve güzel bir kadının ölümü, “Oval Portre”de de portresi tamamlandığında meydana geliyor. Burada ruhun sanata aktarılışını görebiliriz. Gerçeklik ölürken, sanat (portre aracılığıyla) canlanıyor.

H.G. Wells, bilimkurgunun öncülerindendir. Jules Verne’den sonra onun adı zikredilir. Verne’den farklı olarak bilim ve tekniği sadece araç olarak kullanır kitaplarında. Sosyalist olan Wells’in öykülerinde sosyal meseleler ana fikir olarak sık sık işlenir. Bilimkurgucu olmasına rağmen az sayıda da olsa müthiş korku öyküleri de vardır. Bu kitaptaki “Kırmızı Oda”da onlardan birisi. Orada eskiden yaşamış kont ve kontesin hayaletinin dolaştığı ve kalan herkesin başına bir iş geldiği kırmızı oda, bir konakta yer almaktadır. 28 yaşındaki başkarakterimiz, hayaletlere inanmamakta ve yaşlıların tüm uyarılarına rağmen kırmızı odada bir gece geçirmek istemektedir. Stephen King, “1408” adlı öyküyü yazarken bundan etkilenmiş olmalı, oldukça benziyor. Gecenin sonunda bulduğu ise korkunun ta kendisidir. Art arda sönen mumlar ve odanın içinde titreşen gölgeler, oldukça klostrofobik ve karanlık sahnelerdi. Öykü, korkunun kendisiyle ilgilidir. İnsanoğlunun en eski duygusu…

C.P. Gilman’ın “Sarı Duvar Kağıdı”nı yakın zamanda yine bu tarz bir seçki kitabında okumuştum. Şizofrenik hezeyanlar ve görsel şablonlarla doruk yapan tam bir delilik öyküsü. İstencine aksi yönde, gotik bir binada bir süre kalmaya zorlanan bir kadının öyküsü. “Sürünen kadın” manzarası gözlerimin önünde hala… Belki de yaşamda farklı bir anlamda sürünmenin alegorisi. Yazar da yaşamına intiharla son vermiş bu arada. Lovecraft bu öykü için “güçlü, melodramatik bir parça” diyordu.

Guy De Maupassant, olay odaklı öykünün yaratıcısıdır. O tarz öykülere Maupassant tarzı, denilir. Üstelik fantastik-korku tarzında yazmıştır öykülerinin çok büyük bir bölümünü. Bu kitaptaki “El” de onun en iyi öykülerinden biri olmasa da gerçekleşmiş bir olayı mantıkla mı yoksa doğaüstü fikirlerle mi açıklamalıyız konusundaki bakış açısını irdeliyor. Evinde hayvan parçaları koleksiyonu yapan bir avcı, aynı zamanda kesik bir insan eli de bulundurmaktadır. Dirsek ve bilek ortasından kılıçla kesilmiş siyahi bir insana ait elin, en kötü düşmanına ait olduğunu söylemektedir. El, zincire bağlanmıştır.  Avcı, bir gün evinde ölü bulunur. Dışardan kimse eve girmemiştir; boğularak öldürülmüştür. El, zincirden çıkarılmıştır ve kayıptır. Daha sonra avcının mezarının üzerinde bulunur. Sizce ne olmuştur? Okuyun… Ek olarak, cinayeti soruşturan karakterin kâbuslarında, odasında parmaklarının üzerinde koşturan eli gördüğü sahne çok iyiydi.

Stevenson’un gerilim-macerası “Ceset Hırsızları” da yine yakın zaman önce bir seçkide okuduğum öykülerdendi. Hemen Dr. Jekyll ve Bay Hyde” klasiğini başta söyleyebiliriz ama unutamadığım birkaç korku öyküsü de var bu yazarın. Uzak adaların tuhaf inançları, kültürü ve gizemli atmosferinin kokusu bir başkadır yazarın bazı öykülerinde. Define Adası da macera kitabı olmasına rağmen, klasikler arasındadır bildiğin üzere. Aslında yazarın öykülerinde “macera” hep vardır ve bu öyküde de aslında macera temelli ilerliyor. Konu olarak isminden de anlaşılacağı üzere korku ve gotik kategorilerine rahatça giriyor. İskoç yazarın, ülkesinde geçen kurguda, akademide anatomi çalışmaları için “malzeme” sorununu giderip para kazanmaya çalışan ikili anlatılıyor. Öykünün finalinde aslında oldukça karanlık bir atmosfer yaratılıyor. Yazarın en sevdiğim öykülerinden birisi olmadı bu ama okumak keyifliydi yine de.

N. Hawthorne, da özellikle aklımda “Rahibin Kara Peçesi” adlı öyküsüyle yer etmiş, sevdiğim yazarlardandır. Bu seçkideki “Evliliğin Matem Çanı” adlı öyküsünü ilk defa okudum. Yani öykü o kadar gotik korku ki bu kadar olur. Kilise çanları, düğün ve cenaze birlikteliği, ölü damat, tabutlar vs. Bir Tim Burton filmi gibiydi adeta.

Efsane, “Frankenstein” ile bildiğimiz Mary Shelley’in “Dönüşüm” adlı öyküsünde, genç ve yakışıklı ama fakir başkarakter, sevdiği kadınla yaşlı ve zengin bir adam evleneceği için intihar etmek üzere kendini atmak için bir deniz kenarına geldiği sırada şahit olduğu bir kazadan doğaüstü güçlerle çıkan ve ağzında “yüce iblis” ifadesi olan çirkin bir cüceye hikâyesini anlatır ve cüce ona zenginlik teklif eder. Altınlar karşılığında ondan yakışıklılık ve gençliğini bir süreliğine alacaktır sadece. Ve o sürede cücenin kadını baştan çıkarması için yeter… Adamımızın elinde ise maddi zenginlik ama sağlıksız bir beden ve yalnızlık kalmıştır yine. Elimizde olan yetenekleri, cesareti ve sevgiyi kullanmak için hamleyi yapacak, eylemlerimizi yönlendirmek için dümeni ele alacak kişinin kendimiz olduğunu altını çiziyor Shelley, anladığım kadarıyla.

Usta romancı Dickens’ın “Kuşkusu Kuvvetle Muhtemel Bir Hadise” adlı öyküsü ise modern korku sineması, özellikle hayalet filmlerinde çok işlenen bir tema olan, cinayetinin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için etrafta dolaşan hayaleti işliyor. Mahkeme salonunda cinayet açığa kavuştuğunda, orada bulunan hayalet de yok olur. Adalet yerini bulur.

Elizabeth Gaskell, bu seçkideki yazarlar içerisinde bilmediğim tek isimdi. Öyküsü yine Dickens’ınkine benzer bir fikir etrafında dönüyor ama görsellik tamamen farklı. Kara kışın ortasında, buz gibi soğukta, karlı arazide bir evde yaşanan olaylar geçmiş aile sırlarını ortaya çıkarmak için ortalarda dolaşan küçük bir kızın hayaletinin odağında şekilleniyor. Birkaç kuşak önceden gelen bu hayalet evin şu anki küçük kızına görünüp onu dışarı çağırmakta, aile de tek başına soğukta dışarı giden kız hakkında endişelenmektedir. Kız, bir arkadaşıyla beraber gezmeye gittiğine yemin etse de karda tek kişinin ayak izleri vardır. Öyküde özellikle çobanların kış gecesi tipide bulduğu, ölü bir bebeği emzirerek dolaşan kadın sahnesi ürperticiydi.

Sonuç olarak hepsi birbirinden güzel, gotik-korku tarzına çoğunu rahatlıkla oturtabileceğimiz bir ustalar seçkisi ve okuması da çok keyifliydi.

Yorumlar

  1. Bir solukta okudum, bitti. Tabi ki tanıtım da güzel olunca okuması da ayrı bir keyifli oluyor.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER