KİTAP TANITIMLARIM 72.

“KÜRKLÜ VENÜS” (Venüs im Pelz) – Leopold Von Sacher Masoch, Çiviyazıları Y., 237 s., 1. Basım, 2001. 

“Kölen olmayı istiyorum!” 

Çiviyazıları Yayınları’nın “Aykırı Kitaplar” dizisinde çeşitli nedenlerle lanetlenmiş, yasaklanmış ancak edebiyat tarihinde önemli yerleri olan eserlerin yayınlandığı belirtiliyor. O kitaplardan birisi de, mazoşizm kelimesinin kendisinden geldiği Leopold Von Sacher-Masoch’un bu kitabı… Şiddetin bir haz kaynağı olarak benimsenmesi, kadın kişiliğinin bir teşhir aracı olarak kullanılmasının ötesinde baskın yanının vurgulanması, romanın temel temalarını oluşturuyor. Efendi kadın tipini edebiyata ilk kez mal eden ve bunu cinsel hazzın bir biçimi olarak ifade eden ilk yazarmış Masoch. Kendisi de hayatında bir kadınla kölelik antlaşması imzalayıp o şekilde yaşamış, tıpkı bu romanı birinci ağızdan anlatan mazoşist karakter Severin gibi…

Şunu belirtmekte fayda var ki, roman pornografik anlamda bir sadomazoşizm görüngülerinin derdinde değil, yani parafilik kişiliklerin seks eylemlerini okuyarak, gözünüzde canlandırarak tahrik edilmeyi beklemeyin. Odaklanılan kısım genel çerçeve olarak aşk ve efendi-köle ilişkisi. Evet, sadomazoşist bir ilişki ama Severin’in âşık olduğu Germen güzeli Wanda’nın (nam-ı diğer Kürklü Venüs) kölesi olması tüm günlük hayatı kapsayacak bir antlaşmayla başlıyor. Yani romanda yatak sahneleri değil, günlük hayattaki hizmet, kölelik, dediğini yapma gibi durumlar söz konusu. Elbette sadomazoşist araç olarak kullanılan kırbaç ve kırbaçlama sahneleri romanın en acı-haz vurgulu bölümlerini oluşturuyor. 

Severin’in aslında âşık olduğu Wanda’nın kölesi olmayı istemesindeki büyük resim, ezilmekten ve acıdan haz almasıdır ve yazar bu olguyu da karakterin geçmişinde yatan olaylarla gerekçelendirir. Wanda ise özgür, boyunduruk altına asla girmeyecek, dilediği gibi yaşayan, toplumun kurallarına kafa tutan bir kadındır ve sadist bir eğilimi bulunmamaktadır, ancak Severin’in kölelik teklifini kabul eder. Bunun nedenleri de romanda yer alıyor. Aşk, sadakat, bağlılık dinamikleri içerisinde farklı olaylar yaşanır. Yeri gelir Severin sırtına saban vurulup tarla sürer, yeri gelir bağlanıp kırbaçlanır, yeri gelir Wanda’nın etkilendiği erkeklerle temas kurup onları ayartır ve onlar Wanda ile birlikte olmaya geldiklerinde yine hizmet eder… Yeri gelir zindana kapatılıp aç bırakılır.    Wanda da severine âşıktır (mı acaba?)… Ya da başka planları mı vardır? Cevapları romanda… 

Sınıflı toplum, ezen-ezilen ilişkisi üzerinden de roman okunabilir. Romanın değindiği noktalardan birisi de zamanın ilişkileri ve sevgililiği değiştirmesidir. Ya da aslında insan ilişkileri de zamanla değişir. Hangimiz herhangi bir insanı hayatımızda sabit yerde tutmuş ve onun hakkında değişmeyen duygu ve düşüncelere sahip olmuşuzdur zaten. Canımızdan çok sevdiğimiz o aşklarımız şimdi neredeler, hangileriyle görüşüyoruz? Ya da biz başkalarının içinde aynı yerde mi kalırız hep, yoksa tepetaklak düşer miyiz? Aşk her şeyi affeder mi? Sınırları neler, sevdiğimiz için nelere katlanabiliriz? Bunlar üzerine düşünmeye teşvik olmak mümkün kitabı okuduktan sonra. Kitabın sonunda ise ortaya çıkan başka bir karakter odaklı bir sürpriz bekliyor bizi… 

Elbette ben kolay kolay madalya takmam ya da madalya takarken iğnesini de batırırım. Öncelikli problem her ne kadar kadın imgesini güçlü göstermeye çalışmış olsa da yazar, cinsiyetçilikten kurtaramıyor karakterleri. “Erkekler şöyle, kadınlar böyle, şimdi erkek gibi davrandı vs.” bir sürü cinsiyetçi söylem hala karşımızda… Tabii ki romanın yazıldığı zamanlarda (1800’ler) günümüzdeki kadar cinsiyetçilik, kadın hakları, feminizm birikimi yoktu ama bu yine de romanda aşkın “kadın-erkek” sınırında ve kalıplaştırılmış rollerde işlendiği gerçeğini değiştirmiyor. İkinci eleştirim ise yazarın dilini çok edebi bulmadım. Üslubundan etkilenmedim. Ancak, romanın ahlakçılığın karşısında bir yerde durması olumlu olarak yapacağım bir eleştiri. Yine de bunu da okumuş oldum tatminini yaşıyorum. Tema ve konu ilginizi çektiyse göz atmak isteyebilirsiniz. Unutmadan şunu da söyleyeyim, romanda kürkü de sembolik bir gösterge olarak değerlendirebiliriz. 

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

“En büyük zevk ve kutsal bir neşe olan aşk, sizin gibi modern düşünce çocuklarına yaramıyor. Aşk size felaket getiriyor. Doğal olmaya çalıştığınız zaman, bedbaht oluyorsunuz. Doğayı bir düşman olarak görüyorsunuz. Yunanistan’ın gülen tanrıları olan bizleri iblise, beni ise şeytana dönüştürüyorsunuz. Beni aforoz edebilir ve bana lanet okuyabilirsiniz veya azgın bir cinnetle kutsal masamın önünde kendinizi kurban edebilirsiniz ama biriniz kızıl dudaklarımı öpme cesaretini göstersin, hemen ardından çile gömleğini giyip, yalın ayak Roma’ya hacca gider ve orada ayaklarımın altından güller, menekşeler, mersin ağaçları fışkırırken, kuru sopanın çiçek açmasını beklerim, ama çiçeklerimin kokusu size yaramaz. Bırakın biz kâfirleri lav altında, enkaz altında kalalım; çıkartmayın bizi oradan. Pompeii, tapınaklarımız, villalarımız sizin için inşa edilmedi. Sizin tanrılara ihtiyacınız yok! Dünyanızda donuyoruz!’ – Wanda. 

NOT: Kitabın ön kapak fotoğrafı buğulu gibi gözüküyor ama orijinal kapakta var o efekt. Fotoğraftan kaynaklanmıyor.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER