KİTAP TANITIMLARIM 206.

“ÖLÜM DANSI” (Danse Macabre) – Stephen King, 607 s., Sayfa6 Y., 2016.

 

Çağımızın en meşhur korku yazarı ABD’li Stephen King’den, “Edebiyat ve Sinemada Korku İncelemesi” alt başlıklı kitabın tanıtımıyla karşınızdayım. King, bana korkuyu sevdiren ve en çok kitabını okuduğum yazarlardan biridir. Diyeceksiniz, “Madem öyle, neden 205 kitap tanıtımında kendisinin hiç kitabı yoktu?”; çünkü okuduğum kitaplara tanıtım yazmaya birkaç sene önce başladım ve o zamandan beri okuduğum her kitaba tanıtım yazdım. Demek ki hiç King okumamışım bu süreçte. Zira kendisini daha çok 15-25 yaşlarım arasında okudum ve sonrasında kendisi dâhil başka birkaç yazarın bana açtığı kapılardan geçip geçmişe yolculuk yaparak bu yazarları aştım, çok daha fazlasına ulaştım. Dolayısıyla, King beni dil olarak tatmin etmemeye başlamış olmalı. Ancak, hakkını yememeliyim. Günümüzde özellikle tarzın film ve dizi kategorilerinde belki de en fazla kitabı senaryo olarak kullanılan yazardır. Hatta kendisi de sinema sektörüne senaryo dışında katkı sağlamıştır. IMDB’ye ismini yazdığınızda şu an (Haziran 2023) 349 senaryo, 16 yapım, 28 aktörlük, 1 adet de yönetmenliğini yaptığı film (“Maximum Overdrive”, 1986) çıkmaktadır. Bu filmlerin kanımca birçoğu kitaplarının gerisinde kalsa da (örneğin “Hayvan Mezarlığı (Pet Sematary, 1989 ve 2019)”, “Kara Kule (Dark Tower, 2017)”, “Mahşer (The Stand, 2020 - dizi)”, bazıları kitapların önüne geçmiş başarılı uyarlamalardır (örneğin “Esaretin Bedeli (Shawshank Redemption, 1994)”, “Yeşil Yol (The Green Mile, 1999)”, “Cinnet (The Shining, 1980)”. Bunlarda yönetmenlik, film ekibi etkilidir mutlaka. Kitap olarak da benim sevdiklerim ve sevmediklerim var. Tabii ki hepsini değil, 40 civarı kitabını okudum. Sevdiklerime örnekler: en iyi işi olduğunu düşündüğüm  “Kara Kule Serisi (Dark Tower)”, “Hayvan Mezarlığı (Pet Sematary)”, “Şeffaf (Tommyknockers)”, “Korku Ağı (Salem’s Lot)”; öykü derlemesi kitaplarından “Rüyalar ve Karabasanlar Serisi (Nightmares and Dreamscapes)”, “Sis (Skeleton Crew)”, “Zifiri Karanlık, Yıldızsız Gece (Full Dark, No Stars)”, “Gece Yarısını Dört Geçe (Four Past Midnight)” vs. Şu an tanıtacağım kitap gibi, kurgu dışı birkaç eseri de var. Bunlardan “Yazma Sanatı (On Writing) “adlı korku kurgusu yazım teknikleriyle ilgili kitabını okumuştum sadece. Bu, ikincisi oldu.

King’de sık karşılaşılan bazı yapılar var. Günlük hayattaki sıradan insanların (anti-kahramanların) başına gelen beklenmedik korkunç olaylarla baş etmek zorunda kalmaları ve baş etme yöntemleri, boyutlar arası geçişler, yaratıklar, ölümden geri dönenler ya da zombi, vampir gibi “undead” karakterler, katiller (bazen bir makine, bazen hayvan, bazen insan, bazen yaratık) vs. Bu yapılardan bazılarını oluştururken Lovecraft, Arthur Machen, W.W. Jacobs, Ray Bradbury, Richard Matheson (en çok etkilendiği) gibi etkilendiği bazı yazarları biliyorum. Bunlardan da kitabında bahsediyor tabii. Sık sık klasik korku temalarını veya senaryolarını modern bir bağlama yerleştiriyor. Ayrıca çocuk karakterleri fazlaca kullanıyor ki tarzın diğer yazarlarında fazla görülen bir şey değil bu.  Daha fazla, King’in genel incelemesi gibi detaylara girmeden şimdi kitaptan bahsetmeye başlayayım. Korku incelemesi kitaplarını çok severim, daha önce de Lovecraft’ınki dâhil tanıttıklarım olmuştu. Bu yüzden King’in bu kitabını da okumam kaçınılmazdı. Fakat ilk düşündüğüm, çok geniş bir işe girişmiş olduğu, 600 sayfalık bir kitapta bunu nasıl başarabileceğiydi. Kitabı okumaya başladığımda ise gördüm ki sinema ve edebiyatta korku incelemesini yaklaşık 30 yılla sınırlandırmış: 1950 – 1980. Kendisinin 1947 doğumlu olduğu, kitabın sayfa sayısı ve 1981 yılında yazıldığı düşünüldüğünde, bu makul görünüyor. Özellikle ben de bu konuda daha eski zamanlara ait eserler okumama rağmen bu yıllara ait fazla bir şey okumamış olduğumu düşündüğümde, kitabın bana uyandırdığı merak daha da arttı. Tabii, 80’ler ve sonrasındaki korku patlamasına yetişememiş olması bir yandan kötü, diğer yandan işin içinden çıkması daha zor olurdu.

Bu kitap, King’in Maine Üniversitesi’nde verdiği derslere dayanıyormuş. Ancak, bir akademisyenin ciddi ve soğuk bir biçimde ders vermesinin aksine, King’e özgü sohbet havasında geçiyor. Yani, birkaç arkadaşıyla bir terasta soğuk bira yudumlarken uzun uzun sohbet etmek gibi. Mizahi tarzını da aralara sıkıştırıyor. Aslında ben bir akademisyen olarak, ciddi ve teknik işleri de severim ama King’in tarzı da rahat ve keyifli bir okuma sağlıyor. King’in müthiş bir okur olduğunu biliyorum. Bu kitapta gördüm ki, müthiş bir de izleyiciymiş. Gerçekten söz konusu zaman aralığındaki tüm edebiyat ve sinemada tarza ait eserlere, yapımlara hâkim olduğu görülüyor. Bu zaman aralığı dışında da ara ara değiniyor eski eserlere. King; arketipleri, önemli kitapları ve filmleri, ortak anlatım araçlarını, dehşetin psikolojisini ve Dionysusçu korkunun temel teorisini tartışarak kitabını resmi olmayan akademik kavrayışla renklendiriyor. Bu kitabı yazmaya ilk romanlarının editörü tarafından ikna edilmiş King. Böylece bu konu hakkında sonu gelmeyen sorulardan da kurtulacağını belirtmiş editörü. King’in bu fikri açtığı bazı arkadaşları ise tehlikeli bir işe giriştiğini, hayranlar tarafından mecazi olarak linç edilme olasılığı konusunda onu uyarmışlar. Hem atladığı eserler olabilir, hem yorumladıkları için insanların fikirleri aynı olmayabilir. Hoş, bu durum her inceleme, yorumlama için geçerli ama sonuçta King’in kendi fikirleri. Zaten öznel çok yapı da içeriyor kitap. Kendi hayatını da serpiştirmiş yani kitaba.

King, kitabı neden yazdığını açıklayarak başlıyor ve ardından çocukluğunda korkuyu hissettiği bir olayı anlatıyor: Sovyet uydusu Sputnik'in fırlatılması. Bunu bir sinemada film izlerken filmi durdurup sinema görevlisi duyurmuş. O zamanlar (her zaman olduğu gibi) Amerikalıların Ruslara karşı korkuları var ve uzay araştırmalarının ilgi odağı olduğu zamanlar. Amerikalılardan önce Rusların uzaya uydu fırlatması demek ki korkuya yol açmış. Sonraki bölümde (“Kanca’nın Hikâyeleri”) ıssız bir alanda park halindeki arabalarının içinde konuşan genç âşıklar hakkında bir şehir efsanesini anlatıyor; kaçan bir mahkûmun elinin yerindeki kancayla saldırısından kıl payı kurtulur bu âşıklar. King bu efsaneyi, genel olarak korkunun "hiçbir belli karakterizasyon, tema, belirli bir yapaylık sunmadığı; sembolik güzelliğe talip olmadığı" iddiasını göstermek için kullanıyor. Bir sonraki bölümde, dehşet (macabre) konusunun açıklamaları için bir şablon oluşturuyor. "Tarot’un Hikâyeleri" başlıklı bölümün, bildiğimiz tarot kart destesi ile ilgisi yok. Bunun yerine King, bu terimi, iki İngiliz romanından ve bir İrlandalı romandan geldiğini öne sürdüğü korku türünün başlıca arketip karakterleri hakkındaki gözlemlerini tanımlamak için ödünç alıyor: vampir (Drakula'dan), kurt adam (Dr. Jekyll ve Bay Hyde'dan) ve "isimsiz yaratık" (Frankenstein'dan). Bu 3 eseri, türün sonrasındaki tüm eserlerin temeli olarak görüyor. Drakula'nın cinsel olarak bastırılmış Viktorya Dönemi ışığında, King hikâyede güçlü bir cinsel gizli akım görüyor. Frankenstein, "Shakespeare trajedisi" olarak inceleniyor ve "klasik bütünlüğünün yalnızca yazarın ölümcül kusurun nerede yattığına dair belirsizliğiyle bozulduğunu - bu Victor'un kibrinde mi (yalnızca Tanrı'ya ait bir gücü gasp etmek) yoksa yaratılışına yaşam kıvılcımı verdikten sonra sorumluluğunu almamasında mı?" belirtiyor. King, Bay Hyde'ı "geleneksel" bir kurt adamla tabii ki karıştırmıyor, bunun yerine karakteri daha sonra kurt adamlar tarafından tanımlanan modern arketipin kaynağı olarak görüyor. King, kötü-kurt adam arketipinin, insanlığın aşağılık ve şiddet yanlısı yönünden kaynaklandığını ileri sürüyor. Bu ana arketipler daha sonra, orijinal görünümlerinden günümüzün eşdeğerlerine, bazı çizgi film karakterlerine kadar dahi tarihsel bağlamlarında inceleniyor. King ayrıca bu karakterlerin popüler ve unutulmaz olmasını kitaplardan daha fazla olarak filmlerin sağladığını iddia ediyor. Ancak King, bu karakterlerin tarihi, mitik köklerini ya göz ardı ediyor, ya da bunları kitabına dâhil etmemiş. Elbette “Drakula” öncesi bazı vampir öykülerinden bahsediyor ama işin köklerine inmeyi edebiyat sınırında bırakıyor. Bu 3 eseri de severim ve türün önemli öncüllerinden olduğuna katılıyorum. Burada dışarıda bıraktığı diğer önemli öncül karakter ise hayaletler. Buna ileriki bölümlerde değiniyor.

"Sinir Bozucu Bir Otobiyografi Arası" adlı sonraki bölümde King, iki yaşında babası tarafından terk edilmesini, doğu Maine kırsalındaki çocukluğunu tartışarak kısa bir aile öyküsü sunuyor ve ardından, amcasının başarılı bir şekilde su araması ile bir karşılaştırma yaparak, çocukluk saplantısını dehşet ve korku imgeleriyle açıklıyor. King, abisiyle tavan arasına göz atarken, Lovecraft’ın bir kitabını bulmuş. Uzun zaman önce kaybettiği babasına ait olan bu Lovecraft koleksiyonundan nasıl etkilendiğini anlatıyor. King daha sonra, radyodan başlayarak (“Radyo ve Gerçeklik Seti” bölümü), ardından televizyon dehşetinin eleştirel bir incelemesine, sinema filmlerindeki korku üzerine iki ayrı bölüme (“Modern Amerikan Korku Filmi” ve “Abur Cubur Niyetine Korku Filmi”) ve son olarak da her türlü medyadaki korku hakkında ayrıntılı yorumlar yaparak korku türü tartışmasına devam ediyor. Yaşadığı yıllardaki öneminden dolayı radyodaki korku programları, hikâyelerinden bahsediyor. King, nihayetinde, radyonun doğası, hayal gücünün daha aktif bir şekilde kullanılmasını gerektirdiğinden, bir korku aracı olarak radyonun televizyon ve filmlerden üstün olduğu sonucuna varıyor. King daha sonra sinema filmlerinde iki ayrı korku bölümüne geçiyor. "Modern Amerikan Korku Filmi-Ana Metin ve Alt Metin" bölümünde atıfta bulunduğu "alt metin", filmlerde gördüğü dile getirilmeyen toplumsal yorumlardan oluşuyor. 40’larda İkinci Dünya Savaşı’nın insanları yeterince korkutmasının da etkisi olduğunu belirterek korku türü adına pek bir ürün ortaya çıkmadığını belirterek işe 50’lerden başlıyor. Film incelemelerinde özellikle yine o zamanlarda insanların ilgisini çeken konulardan dolayı, bilim kurgu ve korku birlikteliğindeki yapımların fazlalığı göze çarpıyor. King, 1951 yapımı “The Thing from Another World” filminin komünizm tehdidine ilişkin yorumları ima ettiğini, "en sevdikleri jeopolitik kötü adamların, korkak Rusların hızlı, saçma sapan yok edilmesi" olduğunu yazıyor. Popüler 1973 yapımı “The Exorcist” (Şeytan), 1960'ların sonu ve 70'lerin başındaki gençlik ayaklanmalarının ardından geldi diyor. 1975 yapımı “The Stepford Wives'ın” kadınların kurtuluşu ve Amerikalı erkeklerin buna tepkisi hakkında söyleyecek bazı esprili şeylerinin olduğunu belirtiyor. “The Amityville Horror'da” (Kuşku) King ekonomik huzursuzluk görüyor ve filmin 1979'da gösterime girmesinin uzun bir ekonomik durgunluk sırasında geldiğini, daha uygun bir anda gelemeyeceğini savunuyor. Aynı yıl vizyona giren ve genellikle afet-gerilim filmi olarak kategorize edilen “The China Syndrome’u” (Dünyanın Kaderi), teknolojik olayları sentezleyen bir korku filmi olarak adlandırıyor. "Abur Cubur Olarak Korku Filmi" adlı bir sonraki bölümde, King şöyle diyor: "Kötü filmlerin savunucusu değilim, ancak yirmi küsur yıl boyunca B-filmi yığınlarının arasında bir pırlanta veya bir pırlanta kırıntısı bulma umuduyla korku filmleri izleyip durduktan sonra, espri anlayışınızı kaybederseniz işinizin bittiğini fark ediyorsunuz… Yeterince korku filmi izlediğinizde gerçekten boktan filmleri de sevmeye başlarsınız”. Katılıyorum... Hiçbir zaman IMDB notuyla örtüştürmedim sevdiğim filmleri ben mesela. Burada bahsedilen bazı filmler: 1977 yapımı “Rituals”, 1979 yapımı “Tourist Trap”, “Prophecy (Kehanet, 1979)”, “I Married a Monster from Outer Space (Feza Canavarı, 1958)”, “The Horror of Party Beach (1964)”, “The Rocky Horror Picture Show (1975)”. Sonuç olarak: "Kötü filmler bazen eğlenceli, hatta bazen başarılı olabilir, ancak tek gerçek yararları, bu karşılaştırma temelini oluşturmaktır: pozitif değerleri kendi olumsuz çekicilikleri açısından tanımlamak. Eksik olduğu için bize ne aramamız gerektiğini gösterirler kendi içlerinde." diyor. Tabii daha fazla film de var irdelediği. Bilim kurgu, korku meselesine dönersek; örneğin, “Alien” (Yaratık) serisinin “Star Trek” (Uzay Yolu) gibi bir bilim kurgu olmadığı, temelinde korku olduğu fikrine katılıyorum. Bu filmin amacı, izleyiciye dehşet ve korku yaşatmak. Uzay gemisinin çalışma sistemi falan Elektrik-Elektronik Mühendisliklerinin derslerinde tartışılabilir ama film bununla ilgilenmez.

King daha sonraki bölümde (“Camdan Biberon veya Gainesburgers Sponsorluğundaki Canavarlar”), eleştirisini televizyona çeviriyor. Harlan Ellison'ın televizyonu "cam biberon" olarak tanımlamasını ödünç alıyor. “Thriller”, “The Outer Limits”, “The Twilight Zone” (Alacakaranlık Kuşağı), “Dark Shadows” ve “Night Gallery” gibi dizileri, antolojileri inceliyor ve nihayetinde televizyonun sansür taleplerinin kölesi olduğu için korkuyu tasvir etme yeteneğinin ciddi şekilde sınırlı olduğu sonucuna varıyor. Bu bölümde bahsedilen dizilerden, 1959-1964 arası yayınlanmış “Alacakaranlık Kuşağı (The Twilight Zone)” dizisinin tüm bölümlerini izlemiş birisi olarak, onunla ilgili kısmı ayrı bir ilgiyle okudum. Her ne kadar her bölümü çok iyi olmasa da bazı efsane bölümleri var. Tabii, King’in belirttiği gibi bu dizinin çok az bölümü korku kategorisine girer. Bilimkurgu, gizem yönü çok daha fazladır. Canlanan oyuncak bebeklerin ilk örneklerinden “Talky Tina”, kurt adam bölümü “The Howling Man”, zamanda kaymayla kendisini hemen arkasında gören bir kadının yer aldığı “Mirror Image”, ameliyatla yüz değişimi yapılmaya zorlanmayı içeren ve şoke edici finalli “Eye of the Beholder”, uzaylıların insanlara hizmet etmek bahanesiyle dünyalılarla dost olduğu ve korkunç planları yine finalde ortaya çıkan “To Serve Man” gibi bazı efsane bölümleri tavsiye ederim.

Sonra, en çok ilgimi çeken bölüm geliyor. Tabii ki "Korku Edebiyatı" başlıklı bu bölümde King, son birkaç on yılın bir dizi korku romanını anlatıyor ve inceliyor: Peter Straub'un “Hayalet Hikâyesi”, Anne Rivers Siddons'ın “The House Next Door”, Richard Matheson'ın “The Shrinking Man”, Shirley Jackson'ın “Tepedeki Ev”, Ray Bradbury'nin “Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”, Harlan Ellison'ın “Strange Wine”, Ira Levin'in “Rosemary'nin Bebeği”, Jack Finney’in “The Body Snatchers”', Ramsey Campbell'ın “The Doll Who Ates His Mother” ve James Herbert'in “The Fog”... Bu bölümde hayalet, perili ev arketipini de ele alan King’in birincil bağlamı, bu kitapların korku türü üzerinde ne gibi bir etkiye sahip olduklarını ve popüler kültüre ne kadar önemli katkıda bulunduklarını tanımlamak. İncelemesinde özellikle alegorilere işaret eden King, şunları belirtiyor: Shirley Jackson, karakteri aşırı psikolojik - veya belki de gizli - baskı altında incelemek için yeni Amerikan Gotik geleneğini kullanıyor; Peter Straub, onları kötü bir geçmişin şimdiki zaman üzerindeki etkilerini incelemek için kullanır; Anne Rivers Siddons bunları sosyal kodları ve sosyal baskıları incelemek için kullanıyor; Bradbury, bize ahlaki bir yargıda bulunmak için bu aynı gelenekleri kullanıyor. Bu kitaplardan ikisi, sonraki incelemelerim olacak ayrıca. King’in bu kitaplar hakkındaki incelemesini okuduktan sonra, kitapları okumuş kadar oluyorsunuz. Çünkü baştan sona anlatıyor da kitapları. (Bir dakika, ben de mi öyle yapıyorum tanıtımlarımda?) J

Son bölüm olan "Son Vals, Korku ve Ahlak, Korku ve Sihir", korku kurgusunun tüm biçimleriyle gerçek hayattaki şiddet eylemlerine nasıl etki ettiğinin kısa bir analizi. Parça parça, yaşanmış gerçek bazı olaylar, anekdotlar yer alıyor önce: Bir kadının bir TV filminden bir sahneyi taklit ettiğini itiraf eden gençler tarafından vahşice öldürüldüğü bir olay, suçu işlediği sırada King’in “Mahşer” adlı romanını okuyan bir kadının uyguladığı şiddet, “Psycho (Sapık, 1960)” filmini izleyip eve döndükten sonra büyükannesini bıçaklayarak öldüren bir adam vs. Bu tür, her zaman şiddet içerdiği için ve/veya insanları şiddete yönelttiği suçlamalarına maruz bırakılarak eleştirilmiştir. Sanatın bu “günah keçisinin” şiddeti gerçeklikten aldığı ama ne olursa olsun kurgu olduğu, türün dışında da şiddet içeren fazla örnekler olduğu (mitoloji, dinler, eski destan ve tragedyalar, halk söylenceleri, “Suç ve Ceza” gibi edebi değeri yüksek dünya klasikleri, hatta çocuk masalları vs.) ve gerçekten suç işleyenin işlediği suçun sorumluluğunun kendisinde (ve kanıtlanmış azmettiricilerde) olduğu, bunu savunmak durumunda başkalarının bırakılamayacağı göz ardı ediliyor. Ayrıca korku, büyük bir tutku, bir eğlencedir fanları için. Yoksa aklı başında her insan, neyin suç olduğunu, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilmelidir. En kanlı filmleri izlerim ama gerçek dünyada kan gördüğümde kötü olurum ben misal. Ama şiddeti yüceltiyor, insanları şiddete teşvik ediyorsa durum başka ki ben böyle bir eserle karşılaşmadım şu ana kadar. Sonuçta her insanın hissettiği ve ilgisini çeken bir duygudur korku ama bazı insanlar bunun içine girmekten uzak durmayı tercih ederler. Bazıları ise dibine kadar yaşamayı… Neyse, bu bölümde King de korkunun etik olarak eleştirilmesine karşı fikirlerini savunuyor. “İnsanların korkularıyla beslenerek para kazandığı” suçlamalarına karşı, asıl bunu yapanın psikologlar olduğunu söylüyor. Ahlaklılığın, toplumsal hayattaki bazı kurallarla ilgili olduğunu belirterek, korku hikâyelerine yapılan ahlaksızlık suçlamalarının, onlara “hikâye” ya da “edebiyat” etiketini koyduğumuz zaman haksız olduğunu söylüyor. Dahası, asıl ahlaklılığın dobralık, dürüstlük olduğunu belirterek korku hikâyelerinin yalan söylemeyen, en açık sözlü eserler olduğunu belirtiyor. İnsanların neden korku okuyup izlediğine dair ise, "Belki de istesek de istemesek de gitmemiz gereken bir zamanın geldiğini anladığımız için yasak kapıya veya pencereye isteyerek gidiyoruz" sonucuna varıyor. Ayrıca asıl şiddetin televizyonda, dolayısıyla gerçek hayatta olduğunu da vurguluyor. Neden korku türünde yazdığıyla ilgili sorulara da neden bir seçeneği olduğunu düşündüklerini soruyor. Yani, önüne tüm tarzları seçenek olarak sunuyorlar da yazarlar bir tanesini mi seçiyor? Böyle bir şey yok tabii ki. Kendi ilgi, bilgi alanına göre istediğini yapıyor her sanatçı.

Ekler bölümünde ise ilgili yıllarda yayımlanmış, King’in seçtiği kitap ve film listeleri yer alıyor. Buradan ben de okumadığım bazı kitapları not aldım. Dilimizde basılmış olanları alınacaklar listelerime ekledim. Filmler konusunda da türün fanlarının iyi bildiği “Exorcist” (Şeytan), “Jaws” gibi olanların yanında az bilinen, izlemediklerimi not ettim ve gerçekten izleyip beğendiklerim oldu şu ana kadar. Örneğin: “The House That Dripped Blood (Kan Damlatan Ev, 1970)”, “Duel (Bela, 1971), “Sisters” (1972), “Picnic at Hanging Rock” (1975), “The Stepford Wives” (1975) vs.

Elbette bu yazdıklarımdan daha fazlası var kitapta. King, kendi işlerini de türe katkı sağlayanlardan sayarak (haklı olarak) kitapta yer yer bahsediyor. King ayrıca kitapta, türü iyi tanımlanmış, azalan üç seviyeye sınıflandırır: terör (dehşet), korku ve tiksinti (iğrençlik). Terörü, üçünün en iyi ve kendi yazılarında sürdürmek için en çok çabaladığı unsur olarak tanımlıyor. Pek çok örneğe atıfta bulunarak, dehşeti, gerçek canavar ortaya çıkmadan önceki korkudaki şüpheli an olarak tanımlar. King'e göre korku, kişinin dehşete veya gerilime neden olan yaratığı/sapkınlığı, bir şok değeri olarak gördüğü andır. King nihayet tiksintiyi öğürme refleksiyle karşılaştırır: bu, gerektiğinde kendi kurgusunda sık sık başvurduğunu kabul ettiği alt düzey, ucuz bir numaradır ve şunu itiraf eder: “Terörü en güzel duygu olarak kabul ediyorum ve bu yüzden okuyucuyu dehşete düşürmeye çalışacağım. Ama bunu yapamayacağımı anlarsam, korkutmaya çalışırım ve korkutamayacağımı anlarsam, iğrençliğe giderim.”

Kitaba yapabileceğim olumsuz bir eleştiri, Amerika ve değilse de diğer İngilizce konuşulan ülkelere (İngiltere, Kanada gibi) odaklanmış olması. Hatta King’in yaşadığı New York taraflarına, bizzat tanıdığı kişilere de fazlaca yer ayrılmış. Kendi eserlerinden, filme çekilenlerden de bahsediyor tabii ki. Bunlar biraz reklam gibi bir fikir oluşturuyor bende. Oysa o yıllarda Avrupa’nın diğer ülkelerinde veya Uzakdoğu’da da önemli filmler, kitaplar olduğunu biliyorum. Bunlardan sözü geçen, çok az örnek var. Sadece, Ekler bölümündeki listelerde birkaç artı örnek bulunuyor: Bava, Argento gibi İtalyan kült yönetmenlerin, İsveçli üstat Bergman’ın birkaç filmi ya da bazı Fransız filmleri; yazarlardan da Kolombiyalı Marquez, Polonyalı Kosinski, Belçikalı Cortazar gibi. Yine de önemli bir iş ortaya çıkmış. Kitabın en sonunda ise güzel bir Dizin bölümü olduğunu eklemek istiyorum.

Tanıtımımda film ve kitapların isimlerini, tıpkı çevirmenin yaptığı gibi (iyi ki de), orijinal dillerinde ve eğer karşılığı varsa dilimizde basıldığı/yayınlandığı isimleri de ekleyerek verdim. Yılları da ekledim ki, karışmasınlar.

Sonuç olarak; 1950-1980 arasındaki korku/gerilim/bilimkurgu/gizem filmleri, dizileri ile kitaplarının, ayrıca bunlar üzerinden türün özelliklerinin, alt metinlerinin, temalarının, fikirlerinin irdelendiği eli yüzü düzgün bir inceleme çalışması çıkmış ortaya. Yazarın bu konulardaki doluluğu, ürettiği kadar tükettiği de göz önüne alınırsa yetkin bir kalemden yetkin bir kitap olarak türün fanlarının raflarındaki yerini bekliyor diyebilirim.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER