KİTAP TANITIMLARIM 120.

 

“SİNYALCİ” (The Signal-Man) – Charles Dickens, Laputa Y., 63 s. 1. Baskı, 2018.

 

Laputa Yayınları, “Küçük Karanlık Kitaplar” üst başlığıyla, kısa korku öykülerinden oluşan bir seri yayımlıyor. Daha önce iki tanesini tanıtmıştım (Lovecraft – “Tuzak” ve Robert Chambers – “Liman Müdürü”). Şimdi tanıtacağım bir diğer kitap da Viktorya Dönemi İngiltere’sinin usta romancısı Dickens’tan iki kısa öykü içeriyor.

Kusursuz, mükemmel 2 hayalet öyküsü bunlar. Zaten Dickens’tan bahsediyoruz. Beğenmemek elde mi? Eski ustalar ne kadar güzel yazıyorlar. Güncel yazarlardan alamıyorum bu tadı. Benim için ne varsa eskilerde var. Korku öyküsü, hayalet öyküsü nasıl yazılır ders niteliğinde bu öyküler. Kitaba adını veren dışındaki diğer öykünün ismi de “Cinayet Davası” (The Trial for Murder).

Sanırım korku edebiyatında ilk tema hayalet öyküleriydi. Vampirlerden, kurt adamlardan, katillerden çok daha eski, köklü bir tema bu. Antik edebiyatta da var hayalet hikâyeleri hatta. Belki de ilk insanlardan beri dünyanın hemen hemen her yerinde farklı zamanlarda, kültürlerde inanılmış olmalı zaten hayaletlere. Dickens bu iki öyküsünü, günümüzde de hayalet temalı öykü-roman veya filmlerde sıkça işlenen, hayaletin görünme amacına dair iki temel yapıdan kurguluyor: uyarı ve adaleti sağlama. İlk öyküde bu amacı, diğer karakterlerle birlikte öykünün finalinde anlıyoruz. İkincisinde ise yine karakterlerle birlikte daha öncesinde seziyoruz.

İki öyküde de hangi zaman ve mekânda olduğumuzu bilmiyoruz ama Dickens’ın yaşadığı çağ ve zaman olması ihtimali kuvvetle muhtemel. İki öykü de birinci anlatıcıdan aktarılıyor. İki öyküde de olayları aktaran anlatıcının doğaüstü inançları yoktur ama soğuk bir materyalizmle değil mantık çerçevesinden çıkmadan şüpheyle yaklaşır olaylara. Ben, öykülerde zamanın kısa tutulmasını severim. Bu iki öyküde de zaman kısa, 1 gün gibi mesela. Mekân da tek, ilk öyküde bir demiryolu kenarında tünel girişine yakın bir yerde, ikincisinde ise bir mahkeme salonunda geçiyor olaylar. İlk öyküde ana karakter, mesleği “sinyalcilik” olan ve bahsettiğim demir yolu kenarında küçük bir kulübede çalışan bir adamken, hayalet ise ikinci karakter olarak işlev görüyor. Fakat ikinci öyküde mahkeme salonunda dolaşan hayalet, ana karakter.  İki öyküde de anlatıcı ise üçüncü karakter konumunda. Olaylara tanık olan ve bize aktaran kişi.

Hayaleti görenler-görmeyenler üzerinden bakarsak ilk öyküde “sinyalci” onu görmekte ve anlatmaktadır. Anlatıcımız ise görmemekte, sinyalcinin sanrısı olduğunu düşünmektedir. Finale kadar… Zaten başka karakter yok sayılır öyküde. İkinci öyküde ise mahkeme salonunda herkes hayaleti görmekte ama kimse ikinci bir kişiye anlatmamaktadır. Bu yapı öyle ustaca kurgulanmış ki öyküde, tadından yenmiyor yani. Bu durumu fark eden yine anlatıcıdır.  Cinayete kurban giden birinin hayaleti mahkemede gerçekleri açığa çıkarmak için gelmiştir.

Sevgili dostlar; iyi bir öykü, bittiğinde bitmeyen bir öyküdür. Hep sizinle, yıllarca zihninizde yaşar. Bunu sağlayan en önemli şey karakter yaratmak gibi görülebilir ama benim için anlık bir görsel, bir resim, zihnimde canlandırdığım bir tablodur. Örneğin Hawthorne’un “Rahibin Kara Peçesi” öyküsünde yüzünü tamamen kara peçeyle kapatan rahibin ya da Lovecraft’ın “Yabancı” öyküsünde anlatıcının parmağını aynaya uzatıp, herkesin korkup kaçtığı canavarın kendisi olduğunu anladığı anın zihnimdeki görüntüsü gibi. İşte “Sinyalci” öyküsünde de gözümün önünden gitmeyen bir sahne var: Bir eliyle gözünü kapatırken diğer eliyle yana doğru “çekil oradan, kaç!” der gibi işaret yapan hayalet…

Dickens usta yazmış, korku fanlarına da okumak düşer. Kaçırmayın.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER