KİTAP TANITIMLARIM 18.

 


“KARANLIKTAKİ KADINLAR”, Kolektif, Bilgi Y., 213 s., 1. Basım, 2018.

“Denge, bir sonraki dişil enerjinin yükselişine değin erk-baskısı altında ezilmeye mahkûm edilmişti.”

Erk baskısı altında bir dünyadayız. Tarihi arka planında eril çoğunluğun olduğu korku edebiyatında da kadınların bir araya gelip dişil enerjinin sesini duyurmaları takdire şayan. Peki, nasıl duyuruyorlar bu sesi ve gerçekten hepsi de karanlıkta mı bir bakalım. 9 kadın yazarın birer öyküsünden oluşan kitap, son zamanlarda yerli korku yazarlarının diğer kolektif öykü kitaplarında olduğu gibi isminde karanlık kelimesini taşıyor (Karanlık Yılbaşı Öyküleri, Aşkın Karanlık Yüzü vs.) Tüm öyküler İstanbul’da cereyan ediyor (büyük bölümü). Tüm öykülerin ana karakteri kadın veya kadınlar. Bir öykü hariç hepsi genç – orta yaşlı kadınlar. Korku tarzında olanlardan 5 tanesi hayalet-cin, 1 tanesi büyücü içeriyor diyebiliriz. 1 tane bilim kurgu, 2 tane psikolojik gerilim tarzında öykü var. Ağırlıklı olarak da “geçmişte yaşanmış gerçek ya da kurgu bir olay veya efsaneden” günümüze bağlantı var öykülerde. Bir başka ortak yanları ise boğazda geçen bir tanesi hariç hepsinde tarihi yapılara yer verilmesi. Hatta çoğunda öykünün geçtiği veya düğümün çözüldüğü mekân olarak bunlar seçilmiş. Kız Kulesi, Yerebatan Sarnıcı, Süreyya Operası, Ayasofya bunlara örnekler.

Öyküler, karanlık ve korku duygusunu çoğunlukla hissettirmiyor. Çok çok az yer var öyle. Dolayısıyla ismindeki “karanlık kadın” hakkını veren birkaç öykü var sadece. Bundan daha önemli olan sorun ise kadın simgesinin ataerki gözünden süzülen karakterlerle işlenmesi ki bu konuda da birkaç öykü sallıyor sadece patriarkinin tahtını. Diğerlerinin çoğunda aldatılan veya aldatan kadın yani romantik ilişki sorunsalının hissettirdikleri ve tepkileri, evlilik-annelik odaklı kadının bilinç dünyası gibi temalar işlenmiş. Karakter ve olay örgüsüyle dil ve üslup olarak da öyküler arasında farklılıklar mevcut. Bazıları daha başarılı iken bazıları daha vasat.  Bu genel değerlendirmelerin ardından öykülere tek tek bakalım.

Işın Beril Tetik’in “Yılanın Rüyası” adlı öyküsünün kurgusu konsepte oturuyor. Kız Kulesi ile ilgili birçok efsane arasından Bizans’takini seçip bunu Şahmeran tarzı yılan simgesiyle birleştiren öykü Binbir Gece Masallarını da anımsatıyor. Reenkarnasyon ve geçmişle bağlantı kurulurken, aldatılan ve ezilen kadın, nesne konumunda yer alıyor diyebiliriz. Serpina ismini sevdim, yılandan (serpent) evirilme olduğu bariz. Aşkın Zengin Akkuş’tan “Bakireler Mabedi”, şaşırtmacalı ve psikolojik gerilim tarzını deneyen bir öykü… Şizofreni üzerinden yürüyen senaryoda bazı ani geçişler var. Nesne konumunda, evlilik-sevilme hayalleri kuran aldatılan kadın yer alıyor. Birdenbire ortaya çıkan eski sevgilisiyle ani evlilik kararı ve şizofreninin hızlıca gerçek bir olaya bağlanması da kurgudaki diğer fikirler. Okuyucu üzerinde gerilim duygusu yaratmıyor. Öyküde geçen mekânın adalet isteyen kadınların sembolü olması konusundaki fikir ise oldukça iyi kanımca. Gülbike Berkkam’dan  “İstanbul Büyücüsü” 70’lerde İstanbul Boğazı’ndaki bir tanker kazasını (gerçek) konu alıyor. Bu tanker kazasını, sevgilisi tarafından aldatılmanın verdiği hiddetle boğazda bir teknede karşıya geçen bir büyücünün (büyücü olduğunu bilmiyor) yarattığı atmosferik olaylar tetikliyor. Yine mağdur bir kadın… Fırtına-şimşek atmosferi ve öykünün kötü sonunu iyi buldum diyebilirim. Yine korku ya da gerilim duygusu yaşatmıyor okuyucuya öykü. Masal-anlatı tarzı bir havası var. Orkide Ünsür’den “Prinkipo’daki Hayalet” öyküsünde ise yazarın karakter – kurgu ve dil anlamında bir tarzı olduğunu görüyoruz, romanında da olduğu gibi. Mekân tasvirleri konusunda da başarılı… Yönetmendi sanırım, onun etkisi olabilir. İki ayrı olay birleştirilmeye çalışılıyor ve ikincisi birinciyle aynı tarihte olması dışında bağlantısız olarak öykünün sonlarına doğru anlatılıyor. Öncesinde ipucu, görüngüler yer almıyor. Yine gebelik- annelik- aldatan kadın var. İstanbul ve Türklük sevgisi gözüme çarpıyor… Bunun dışında çocuk hayaletleri beğendim. “Orphanage” filmini anımsattı.  Zeynep Çolakoğlu’nun “Medusa” adlı öyküsü ise mitolojiden yola çıkıyor ama bunun yanında psikanaliz, gastronomi, mimari ve kimya gibi bilimlerden karma bir menü sunuyor. Arka planında ise müzikler… Yerebatan Sarnıcı’nda bulunan Medusa başı heykellerine yapılan ziyaret, öykünün düğüm noktasını oluşturuyor. Öyküdeki yazar, kitabını tamamlaması için oraya gitmesi gerektiğini düşünmektedir. Karakterin dönüşümü ve sanrı sahneleri yazarın diğer öykülerinde de sık kullanılan bir yapı. Seran Demiral’dan “Gebe”, kitabın tek bilim kurgu öyküsü. “Anneyi doğurmak” gibi ilginç bir fikir var. Özlem Ertan’dan “Karanlık Opera” ise “Operadaki Hayalet” etkilenimli bir öykü.  Mekân ve müzik öykünün atmosferini güçlendiriyor. İlerde biraz korku atmosferi de yaratılabiliyor. Hayal Ataman karakterini sevdim. Funda Özlem Şeran’ın “Cadı Bostanı” adlı öyküsü ise sarkastik bir yapıda. Korkudan ziyade mizahi yani. Doğal, günlük hayattan, çevremizde aşina olduğumuz şekilde konuşan karakterler var. Nurgül Çelebi Özmen’in “Sofia’nın Dönüşümü – Apokatastasis” adlı öyküsü ise her ne kadar mesajı direkt verse de ataerkiye başkaldırı var. Bizans dönemiyle günümüz arasında ardışıklı ilerleyen olaylar, iyi bir kurgu yaratıyor. Hagia Sofia (Ayasofya) mekânı oldukça etkileyici ve yazar bize hem geçmişteki hem günümüzdeki atmosferi iyi solutuyor. Dili de oldukça kaliteli. “Döngü” teması etkileyici şekilde işlenmiş. Apokastasis kelimesinden yola çıkılıyor zaten. Sonun başa atıf yapması, dönüşüm ve döngü, mitoloji ve tarih kokusu, iyi aktarılmış sahneler, karanlık imgelemle başarılı bir öykü olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak güncel yerli kadın yazarlarımızdan belli konseptte öyküler bir araya getirilmiş. Göz atmak isteyebilrisiniz.          

“Cehennem dünyanın merkezinde yanmaya devam etmekteydi. Cehenneme hoş geldiniz!”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER