KİTAP TANITIMLARIM 88.

“INFERNALIANA” – Charles Nodier, Kavis Y., 1. Baskı, 2011.


Tek başına doğaüstü şeyler gören birine inanmalı mıyız?”

 

Evet, yine birkaç asır önce, Avrupa’dayım. Biliyorsunuz ki ben 1781 Londra doğumluyum (:p). Bu kez İngiltere’den değil Fransa’dan bir kitapla karşınızdayım. Yazar, edebiyatta romantik-gotik-fantastik terimlerinin altında geçen bir isim olunca kaçırmam bilirsiniz. 1822 yılında yazılmış bu kitap. Dilimizde de başka kitabı yok sanırım şu an. Kitabı tanıtmak için alt başlığını yazarak başlamam fikir uyandıracaktır: “Hortlaklar, Hayaletler, İblisler ve Vampirler Üzerine Anekdotlar, Küçük Romanlar, Öyküler, Masallar.”

Alt başlığı gibi bir içeriğe sahip çoğunlukla kitap. Aslında “küçük roman” terimini karşılayacak uzunlukta bir kısım yok ama anlatı-öykü ağırlıklı bir dizi (30 civarı) kısa metin derlemesinden oluşuyor kitap. Çoğu 1 ya da birkaç sayfa, en uzunu 10 sayfa civarı. Halk efsaneleri-anlatıları, kurgu öyküler iç içe. Hangilerinin kurgu, hangilerinin gerçekten yaşandığı iddia edilen olaylar olduğunu tam olarak ayırt etmek zor. Tüm içerik doğaüstü olaylardan oluşuyor. Ağırlık hayalet-ruh-hortlaklarda. Bu varlıkların, ölümden geri dönüp, bir uyarıda bulunmak ya da yarım kalmış bir işi tamamlamak, intikam almak için aramızda dolaşmaları, çağdaş korku filmlerinde de sıklıkla işlenen bir konu. Kitaptaki hayalet hikâyeleri de öyle. İkinci olarak, Hıristiyanlığın baş korku karakterlerinden Şeytan’ı görüyoruz. Burada günahkârlar ya da Faust gibi, Şeytan’la anlaşma yapıp aldatılan kişilere rastlıyoruz. Bir diğer önemli figür de elbette vampirler.

Vampirler konusuna ayrı değinmek istiyorum. Kitabın yazıldığı zamanın çok az öncesinde (belki de o zamanda bile) vampirlere, özellikle balkan coğrafyasında kesinlikle inanılıyordu. Voltaire, çok spesifik bir tarih veriyor bu konuda: 1730-1735 arası. Bu yıllarda neredeyse tüm Avrupa’da vampir inancı çok yaygınmış ve mezarlar açılıyor, kalpler sökülüyor yakılıyormuş. Dolayısıyla gerçekten yaşanmış olduğu iddia edilen bazı olaylar var kitapta. Bunlardan bir tanesi kitapta “Bir Brukolak’ın Öyküsü” ismiyle anlatılan olay. Ben bunu daha önce okumuştum. Bu olay, Fransız bitki bilimci Tournefort’un seyahatnamesinde geçiyor. Dilimizde bu kitap da mevcut (Tournefort Seyahatnamesi) ancak işin ilginç tarafı bu seyahatnamenin amacı bitki bilimle alakalı bir konu. Kitabın bir bölümünde tamamen tesadüf eseri bir vampir olayı yaşıyor Tournefort. Bize yakın bir yerde, Ege Denizi’ndeki Yunan Mikonos Adası’nda yaşanıyor bu olay. “Brukolak”, Yunanlıların vampir yerine kullandığı bir sözcükmüş. Neyse, ölen birinin vampir olduğuna inanılıyor. Geceleri mobilyaları devirdiği, lambaları söndürdüğü, insanları arkadan kucakladığına vs. inanılıyor. Buna tüm kent inanıyor. Papazlar dahi buna inanıyor. Ayin yapılıyor, ceset topraktan çıkarılıyor, kalbi sökülüyor, yakılıyor vs. Hala sıcak olduğuna, kanının hala koyu kırmızı olduğuna inanıyorlar. Tournefort ve arkadaşları tüm mantıklı kanıtlarla onun ölü olduğu konusunda insanları ikna etmeye çalışmasına rağmen başaramıyorlar. Bakın burası çok önemli. Kitle psikolojisi, gerçek olmayan birçok şeye inanmamıza neden oluyor. Bu olay gerçekten yaşanmış, tekrar ediyorum. Tournefort şöyle diyor:

“Geceleri evlere saldıran çok kötü bir ölüydü. Sanıyorum kentte bir tek bizim kaldığımız eve saldırmadı. Herkesin imgelemi altüst olmuştu. Daha mantıklı insanlar da diğerleri gibi etkilenmiş görünüyordu. Bu, mani ya da kuduz kadar tehlikeli gerçek bir beyin hastalığıydı. Aileler evlerini terk ediyor, kentin dışına çıkıyor ve geceyi geçirmek için yataklarını meydana taşıyordu.”

Bu vampir konusu bana hep etkileyici gelmiştir bu yüzden. Gerçekten böyle şeyler yaşanmış zamanında. Şimdi tabi vampir deyince çocukların ilgilendiği işe yaramaz uyduruk karakterler geliyor olabilir birçok çağdaş insanın aklına. Ancak, ailenizden ölen birinin gece sizi ziyarete gelip kanınızı içtiğini, onu yok etmek için mezarı açıp cesedi çıkarıp kalbini söküp yaktığınızı vs. düşünün bir… Bunlar az yapılmamış zamanında. Vampirlerle ilgili anlatılarda “Türkler” de geçmekte bu arada. Çünkü bu inanışın doğduğu topraklar o dönemlerde Osmanlı’ya aitti ve vampir kelimesinin kökeninde Türkçe “Obur” ya da “Upir”in olduğu söylenmektedir. Kitaptaki anlatılanlardan birinde de Mısır’dan mumya getirilir. Osmanlı’dan zor izin alırlar, çünkü mumyaların büyüde kullanılacağını düşünmektedir imparatorluk. Bilimsel bir araştırmada kullanılacağı söylenip gemiye alınan mumya, elbette gemide dehşet saçacaktır.

Hayaletler, Şeytan ve vampirlerin dışında da tek tük bazı ilginç doğaüstü varlıklar var kitapta. Bunlardan birisi bizim şu an taşralarımızda da anlatılan gece kırdaki cin düğünü. Bu bilindik varlıkların dışında bana ilginç gelen diğerleri ise küçük beyaz köpek, uzayan at ve tavşan oldu. Özellikle uzayan at çok ilgimi çekti. Çaresiz bir yolcunun “keşke şimdi bir at olsaydı” dileği gerçek olur. Ata binip giderken yolda aynı dilekte bulunan başkaları da karşılarına çıkar ve her yeni gelen sürücünün ve ilk karakterin arkasına biner. Art arda bir sürü insan biner. At uzamaktadır! 13 kişi olur toplam. İsa da aralarındadır! Son binen Judas Iscariot’tur! (İsa’yı ele veren havari, Yahuda). Çok iyi bir hikâyeymiş bu gerçekten. Küçük beyaz köpek de bir ormanda bir ağacın kovuğunda görülür sürekli. Taş atsan da silahla vursan da bir şey olmaz ona. Azıcık yer değiştirir geri yerine gelir. Doğaüstü bir varlıktır. Beyaz tavşan da aslında onu vurmaya çalışan avcının yine avcı olan dedesinin ruhudur. Hayvanların bu şekilde doğaüstü figürler ya da “possessed” bedenler olarak kullanıldığına rastlamıştım ancak genelde siyah renkli ve kedi-kuzgun gibi hayvanlar olurlardı. Beyaz renkte olmaları ayrı ilginç.

Öykülere edebi pencereden baktığımızda, dil ve kurgu olarak bizi tatmin edebileceklerini söylemem zor. Sonuçta genelde bir dizi anlatının derlemesinden oluştuğu için hızlıca cereyan eden olayları düz bir anlatıyla okuyoruz. Çok kısa oldukları için sürekli konudan konuya atlamak bazen yorucu olabiliyor. Elbette kitabın yazıldığı dönemde öykünün tarihsel yolculuğunun olgunlaşmış dönemlerine henüz gelmediğini söyleyebiliriz.

Doğaüstü öyküler, romanlar yazan çoğu yazarın kendilerinin bunlara inanmadığını gözlemledim hep. Lovecraft agnostikti örneğin. Charles Nodier de bu kitabın önsöz ve sonsözün de sürekli, bu varlıklara inanmamamız gerektiğini vurguluyor. Ancak, sondaki alıntımı okursanız Nodier’in bu varlıklara inanmasa da Tanrı inancı olduğunu görürsünüz. Özellikle kitabın yazıldığı dönem hala etkisi taze olan vampirizm konusunda şöyle diyor:

“Sağduyulu insanların bunlara inanması çok şaşırtıcıdır. Bununla birlikte, insanların onlara inandığını ve otoritenin kendisinin de benzer gariplikleri yaymaya yaradığını doğrulayabiliriz. Okurlarımıza bu öykülere olduğu kadar, sözde hortlak, büyücü, şeytan vb. öykülerine de inanmamalarını öğütlüyoruz. Bu konu üzerinde söylenebilecek ve yazılabilecek her şeyin hiçbir gerçekliği yoktur ve inanmaya değmez.”

Ayrıca, Nodier vampirlerin o dönem için 100 yıllık kadar bir tarihi olmasına rağmen hayaletlerin insanlık tarihi kadar eski bir inanış olduğunu da düşünüyor. Sonuç olarak Nodier de benim gibi önemli bir şeye inanıyor bu konuda: İnsanın hayal gücü…

İyi bir korku kitabı-filmi nasıl olmalı konusunda insanlarla konuştuğumda genellikle onları korkutan şeyin, gerçek olduğuna inandıkları doğaüstü şeyler olduğunu gördüm. Şu an ülkemizde korku filmlerinin çoğunun ana korku figürünün cin olması da bunu destekliyor. İçinde bulunduğumuz zaman ve coğrafyaya göre inandığımız, korktuğumuz şeyler değişerek ilerleyecek sanırım insanlık tarihinde. Tüm tarihe, farklı coğrafyaların geçmişine ve bugününe bakın. Sayısız doğaüstü figürle karşılaşırsınız… Gotik korkuyla, doğaüstüyle ilgilenen herkesin unutamayacağı bir okuma deneyimi yaratmasa da ilgisini çekeceğini düşünüyorum kitabın.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

“Doğaüstü görüntüler anlatıldığında asla hatırı sayılır tanıklar yoktur. Ölülerin geri gelmediği ve hortlakların hiç olmadığı kabul edildiği ve tanıtlandığı için, zarar verme gücüne sahip vampirlerin ve hayaletlerin olmadığına inanmalıyız. Sağlam bellekli insanlar bu türden hiçbir şey görmediler. Hayaletler yalnızca köylüleri, zayıf ve batıl inançlı bellekleri korkuttu. Gönlü yüce büyük Tanrı, bizi korkutmaktan ve daha sefil kılmaktan neden zevk alsın?” – C. Nodier

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER