KİTAP TANITIMLARIM 209.

“REBECCA” – Daphne du Maurier, İthaki Y., 487 s., 1. Baskı, 2020.

 

“Hepimizin kendine ait bir şeytanı vardır, bizi oradan oraya sürükler, bize işkenceler eder; nihayetinde hepimiz kendi mücadelemizi vermek zorundayızdır.”

 

İngiliz yazar Maurier’in (1907 – 1989) en bilinen eseri olan 1938’de yazılmış “Rebecca” romanı; anlatımıyla, diliyle, atmosferi ve duygusallığıyla, gizemiyle öne çıkan önemli bir eser. Karanlık, gotik bir roman olarak kategorilendiriliyor; ben de genel fikir oluşturması açısından şu tema ve etiketleri sıralayabilirim: gizem/gerilim, gotik-romantik, duygusal-dram, aşk-ihanet, sevgi-nefret, ölüm şantaj, sırlar vs. Gotik ifadesi yanıltmasın, doğaüstü yapılarla karşılaşmıyoruz, realist bir roman. Ancak, İngiliz romantiklerinin bazı üsluplarını da taşıyor, özellikle dilde. Buna ek olarak; paranormal unsurlar barındırmasa da, romandaki olayların ana mekânı olan Manderley Malikânesi’nin huzursuz/tekinsiz atmosferi (karakterlerin bireysel geçmişi, tecrübeleri ve içsel durumları-düşünce yapılarıyla da ilgili), Malikâne çevresindeki ağaçlıklar ve göl başta olmak üzere manzaraların eko-gotik katkısı, sırlar ve sonradan çözülen gizemler gibi unsurlar romanın gotik yapısını oluşturuyor. Yazarın dili ve karakterizasyonunu çok başarılı bulduğumu, romanda yansıyan zekâyı da gördüğümü ekleyeyim.

Olaylar, ismini bilmediğimiz ve öğrenemediğimiz bir genç kadın tarafından, birinci ağızdan anlatılıyor. Evlendiği zengin adamın (Maxim) soyadıyla, (ikinci) Bayan De Winter olarak zikrediliyor adı romanda. Anlatıcı, anlatmaya başladığı zamandan geriye giderek önceden yaşananları aktarıyor. Maxim’le evlenip onun malikânesi olan Manderley’de yaşadıklarını anlatıyor. Burada Maxim’in eski eşi Rebecca’nın dolaylı varlığının ve malikânedeki diğer karakterlerin etkisinde kalarak yaşadığı içsel ve dışsal sorunları, eskiden yaşanmış bazı olayların çözülen gizemini anlatıyor. Rebecca’nın bir tekne kazasında öldüğünü öğreniyoruz başlarda.

Karakterlere bakalım. 4 tane ana karakter var: Anlatıcı(Bayan De Winter), yirmili yaşlarının başında, çekingen, saf, orta sınıf bir kadın. Çekingenliğine rağmen, roman boyunca yavaş yavaş olgunlaşıyor, artık Rebecca'nın manevi etkisinin kurbanı olmayı reddediyor ve kendi başına güçlü, iddialı bir kadın karaktere dönüşüyor. Maximilian "Maxim" de Winter;  Manderley'in içine kapanık sahibi, duygularını dışa vurmuyor pek. Kısa bir kur yaptıktan sonra yeni karısıyla (anlatıcı) evleniyor, ancak evlendikten sonra ona karşı çok az ilgi gösteriyor. Rebecca ile olan travmatik evliliğinden duygusal olarak yaralanan Maxim’in bu mesafesi, onun (anlatıcı) bu yeni evlilikten Maxim’in pişmanlık duyduğundan korkmasına neden oluyor ve Rebecca'nın ölümü hâlâ peşini bırakmamakta. Bu durumlar ve olayların gerçek yüzü sonradan ortaya çıkacak ve romanın gidişatı değişecektir. Manderley'in soğuk, küstah hizmetçisi Bayan Danvers ise Rebecca çocukken ailesinin hizmetçisiymiş ve yıllarca onunla yaşamış, hatta Rebecca onun elinde büyümüş. Sağlıksız bir şekilde Rebecca'ya takıntılı ve Rebecca'nın anısını koruyor. "Rebecca'nın yerini almaya" çalıştığına ikna olmuş yeni Bayan de Winter'dan nefret ediyor. Onu üzme ve rezil etme planları peşinde. Son olarak esas ana karakter (bence) olan Rebecca ise yaklaşık 1 yıldır ölü olan, kitaba adını veren merhum kişi. Güzel, çekici, popüler ve görünüşte sadık bir eş ve mükemmel bir ev idarecisi olan Rebecca, aslında kocası Maxim'e karşı sadakatsizmiş. Ölümünden sonra dahi manevi varlığı, ziyaretçilere, personele ve yeni Bayan de Winter'a hükmederek Manderley'i ele geçiriyor. Yalancı, uzman manipülatör, vicdan ve pişmanlıktan yoksun, erkeklerle gönül eğlendiren ama onlarla dalga geçen bir kadın olarak anlatılıyor.

Romanda beğendiğim diğer yönlerden birisi de yan karakterler. Onlar da ana karakterler gibi son derece gerçekçi ve olayların akışına etkili. Önemlilerden birisi Manderley'in çalışkan, görevine bağlı hizmetçisi Frank Crawley; çekingen ve saygılı, Maxim'in güvenilir danışmanı ve sırdaşı. Kısa süre sonra ikinci Bayan de Winter'ın iyi bir arkadaşı oluyor ve onun kendinden şüphe duymasının ve utangaçlığının üstesinden gelmesine de yardımcı oluyor. Maxim'in canlı, içten ve kurnaz kız kardeşi olan Beatrice Lacey ise yeni Bayan de Winter'a karşı hemen bir düşkünlük hissediyor; ayrıca Maxim’le birlikte, Rebecca'nın gerçek, aşağılık doğasını bilen birkaç kişiden biri. Jack Favell; Rebecca’nın alkolik kuzeni ve aynı zamanda sevgilisi. Maxim ve Beatrice ondan hiç hoşlanmıyor ve ona güvenmiyorlar. Rebecca'nın zamansız ölümünden bu yana, tek gerçek arkadaşı ve sırdaşı, tıpkı Rebecca'nın yaptığı gibi "Danny" dediği Bayan Danvers'dır. Albay Julyan; yerel yargıç ve Rebecca'nın gerçek ölüm nedenini araştıran soruşturmanın başkanı. Bunlar dışında; uşaklar Frith ve Robert; hizmetçi Clarice, romanın başında geçen, anlatıcının Amerikalı işvereni Bayan Van Hopper, jinekoloji uzmanı Dr. Baker sayılabilir.

 

DİKKAT! SPOILER BAŞLANGICI!

Zengin bir Amerikalı kadının (Van Hopper) refakatçisi olarak çalışan 20'li yaşlarının başında saf bir genç kadın olan isimsiz anlatıcı (ikinci Bayan De Winter), Monte Carlo'da tatildelerken 42 yaşında, zengin dul bir adam olan İngiliz Maxim de Winter ile tanışır. Kısa bir flört döneminin ardından, onunla evlenmeyi kabul eder ve nikâhla balayından sonra, Maxim’in şaşaalı mekânı Manderley malikânesine dönüşünde yeni eşi olarak yanında yer alır. Sert hizmetçi Bayan Danvers, Maxim ve ikinci Bayan de Winter'ın tanışmasından yaklaşık bir yıl önce bir tekne kazasında ölen birinci Bayan de Winter'a, nam-ı diğer Rebecca'ya derinden bağlıdır. Bu yüzden sürekli olarak anlatıcıyı psikolojik olarak yormaya çalışır ve ince bir şekilde ona selefinin sahip olduğu güzelliğe, kibarlığa ve çekiciliğe asla ulaşamayacağını ima eder. Anlatıcı ne zaman Manderley'de değişiklik yapmaya çalışsa Bayan Danvers, Rebecca'nın hayattayken bunu nasıl yürüttüğünü anlatıyor. Bayan Danvers'ın iğneli tavrından ve West Country toplumunun diğer üyelerinin Rebecca'ya olan sarsılmaz saygısından korkan anlatıcı, yalnızlaşır. Anlatıcı kısa süre sonra Maxim'in kendisiyle evlenme konusundaki aceleci kararından pişman olduğuna ve görünüşte mükemmel Rebecca'ya hâlâ derinden âşık olduğuna inanır. Eskiden Rebecca'nın uyguladığı özel bir Manderley kostüm balosu yeniden düzenlenir; anlatıcı, kocasını mutlu etmek amacıyla, Bayan Danvers'ın yardımıyla ve önerisi üzerine, evin eski sakinlerinden birinin portresinde gösterilen elbisenin bir kopyasını giyer ancak bunun Rebecca'nın ölümünden önce baloda giydiği son kıyafet olduğundan habersizdir. Anlatıcı salona girdiğinde, Maxim elbiseyi görünce öfkeyle onu değiştirmesini emreder. Balodan kısa bir süre sonra Bayan Danvers, Rebecca'nın yerini almaya çalıştığına inanarak anlatıcıyı hor gördüğünü ve ölü kadına olan derin, sağlıksız takıntısını ortaya koyuyor. Bayan Danvers, anlatıcıyı pencereden atlaması için cesaretlendirerek intihar etmeye ikna etmeye çalışır. Ancak, yakındaki bir gemi kazası nedeniyle anlatıcının bunu yapması kesintiye uğrar. Enkaz halindeki geminin gövde durumunu araştıran bir dalgıç Rebecca'nın yelkenli teknesinin kalıntılarını ve içeride kalmış bir cesedi de keşfeder. Oysa Maxim, Rebecca'nın ölümünden kısa bir süre sonra karaya vuran bir kadın cesedini Rebecca olarak teşhis etmiştir geçmişte ve onu Rebecca diye gömmüşlerdir. Bu keşif, Maxim'in anlatıcıya Rebecca ile evliliğinin sahte olduğunu itiraf etmesine neden olur. Maxim, Rebecca'nın acımasız ve bencil bir kadın olduğunu ve etrafındaki herkesi onun mükemmel bir eş ve bir erdem örneği olduğuna inandırarak manipüle ettiğini ortaya koyuyor. Öldüğü gece, Maxim'e başka bir adamın çocuğuna hamile olduğunu, Maxim'e ait olduğu iddiasıyla büyüteceğini ve onu durdurmak için güçsüz olacağını söylemiş. Bir öfke içinde Maxim onu öldürmüş. Daha sonra Maxim, Rebecca’nın cesedini teknesine koyarak ve denize batırarak imha etmiş. Maxim bunları yeni karısına itiraf ediyor. Romanda buraya kadar Rebecca’nın bir kazada öldüğünü sanıyorduk. Buradan itibaren romanın sürükleyiciliği ve temposu artıyor. Duygusal sıkışmışlık, aşk ve içsel seslerin verdiği üzüntü ekseninde dramatik ilerleyen roman, birden polisiye, gizem/gerilime dönüyor.

Anlatıcı, Maxim'in onu her zaman sevdiğini ve Rebecca'yı asla sevmediğini duyunca rahatlıyor. Kocasının cinayet işlemesini öğrenmesine rağmen, bu mutluluğu aşk ve sahiplenme duygusunun bireyler için ne kadar öncelikli olduğunu gösteriyor. Daha sonra, Rebecca'nın teknesi ve teşhiste ona ait olduğu belirlenen cesedi çıkartılıyor ve kasıtlı olarak batırıldığı keşfediliyor. Bir soruşturma başlıyor. Buradan romanın sonuna kadar sürekli olarak anlatıcı ve Maxim, gerçeklerin ortaya çıkacağını ve Maxim’in idam edileceğini düşünerek bir korku/endişe dönemine giriyorlar. Bir yandan da serinkanlı kalarak olaylardan sıyrılmak için akıl oyunları oynuyorlar. Nihayetinde soruşturmadan intihar kararı çıkıyor. Ancak Rebecca'nın ilk kuzeni ve sevgilisi Jack Favell, Maxim'e şantaj yapmaya çalışıyor ve Rebecca’nın öldüğü gece kendisine gönderdiği bir notu göstererek onun intihar etme niyetinde olamayacağına dair kanıtı olduğunu iddia ediyor. Rebecca'nın ölümünden kısa bir süre önce, muhtemelen hamileliğini doğrulamak için Londra'da bir doktorla (Dr. Baker) randevusu olduğu ortaya çıkıyor. Doktor bulunduğunda, Rebecca'nın kanser olduğu ve birkaç ay içinde öleceği ortaya çıkıyor. Ayrıca rahmindeki şekil bozukluğu nedeniyle asla hamile kalamazdı. Maxim, Rebecca'nın öleceğini bilerek onu çabucak öldürmesi için manipüle ettiğini varsayıyor. Bayan Danvers, soruşturmadan sonra, Rebecca'nın yavaş yavaş ölmekten başka hiçbir şeyden korkmadığını söylemişti. Dolayısıyla Rebecca’nın intihar etmiş olduğu düşüncesi değişmiyor diğer karakterler adına ve Maxim paçayı kurtarıyor. Bununla birlikte, Maxim büyük bir önsezi hissediyor ve Dr. Baker’ı buldukları şehirden Manderley'e dönmek için gece boyunca araba kullanmakta ısrar ediyor. Evin görüş alanına girmeden önce, ufuktaki bir parıltıdan ve rüzgârın taşıdığı küllerden evin yanıyor olduğunu anlıyoruz. Anlıyoruz ki Bayan Danvers, Manderley’i yakarak oradan kaçmış. Rebecca’nın Maxim tarafından öldürüldüğüne ikna olmuş olmalı. Çünkü onun asla intihar edecek birisi olmadığını söylüyordu.

Burada romanın başına dönelim. Anlatıcı ve Maxim, sürgün hayatı yaşayan ve mutsuz bir çiftmiş gibiler. Demek ki Manderley yandıktan sonra işler iyiye gitmemiş. Ayrıca anlatıcı, romanın başında bu kısımda ve sonda (arabayla Manderley’e dönerken) rüyalar görüyor. Bu rüya sahnelerinde hikâyeye katkı sağlayan, ayrıca Freudyen okuma yapabileceğimiz detaylar var. Zaten roman başlı başına psikanalitik okumaya açık.

SPOILER SONU!

 

Tanıtımımım başında kitaptan alıntıladığım cümle aslında karakterlerin her birinin romandaki olaylara katkısına ışık tutuyor. Çünkü hepsinin “kendilerine işkence eden, sürükleyen iç şeytanları” var. Üst benlikleri ve benlikleri arasındaki içsel diyaloglarla bazen doğru, bazen yanlış yargılara varıyorlar; bazen doğru, bazen yanlış davranışlarda bulunuyorlar. Ayrıca kimlik endişesi içerisindeler. Maxim, insanların gözündeki saygın ve ahlaklı bir beyefendi kimliğini kaybetmek istemiyor. Özgür ruhlu, hedonist Rebecca ise zengin ve varlıklı birinin eşi ve büyük bir malikânenin yöneticisi sıfatıyla bilinmek istediği için kaçamaklarını, aldatmalarını kocasıyla arasında kalan, diğerlerinin bilmediği bir sır olarak saklıyor. Başka sırlar da var elbet (Spoiler kısmında anlattım). Anlatıcımız Bayan De Winter ise alışık olmadığı bir hayat, refah ve kültür seviyesine kendini adapte edebilmek, Rebecca gibi olabilmek için uğraşıyor; kendisini yetersiz görüyor. İnsanların kendi arkasından konuştuklarına, onunla dalga geçtiklerine inanıyor. Bu ve diğer bazı karakterlerin bu “toplum içinde kimlik edinme” çabaları, içsel çatışmalarıyla birleşim ve karmaşa halinde huzursuzluk yaratarak reelde verdikleri kararlarda etkili oluyorlar. Romanın çok başarıyla işlediği bu kimlik temasının en önemli yansıması da roman boyu hayatta dahi olmayan bir karakter kitaba adını verir ve ana karakter olurken, anlatıcının adını dahi bilmiyor olmamız. Bu minvalde de akla Lacan’ın “Kadın yoktur. Kadın, erkeğin bir semptomudur” söylemi geliyor. Bu söylemin ne anlattığının detaylarına girip çok genişletip uzatmayacağım tanıtımımı. Dileyen araştırabilir. Sadece cinsiyetler ve cinsiyetçilik üzerinden de romanın açıkça okunabileceğini belirteceğim. Malikânenin isminin ilk hecesi (“Man”-derley) İngilizcede “erkek” anlamına geliyor. Erkek egemenliği tarafından yönetilen bir geçmişi var; ta ki Rebecca’ya kadar. Rebecca karakteri cinsel özgürlükle, sadakatsizlikle, zekâsıyla ve diğer özellikleriyle erkek egemen bir düzeni sarsıyor. Öldükten sonra bile olayları etkiliyor, hem de bunu kendisi planlayarak yapıyor. Dolayısıyla Rebecca ve etkileriyle Manderley’in sonunun gelmesi aslında ataerkinin yıkılmasının metaforu olarak karşımıza çıkıyor. İsimsiz anlatıcı ikinci Bayan De Winter ise Rebecca’nın tersine, tam bir ev kadını, pasif, sadık ve saf… Belki de bu yüzden Maxim onunla evleniyor (genç ve güzel olmasının yanında). Psikanalitik olarak diğer bir değerlendirmeyi de rüyalar ve evin çevresindeki doğa manzaralarını cinsel imalar içerdiğini belirterek yapayım ve bu konuyu noktalayayım.

Diğer önemli bir tema da tabii ki aşk ve aşırı sevgi… Aşk duygusunun, bireylerin muhakemesini, psikolojisini nasıl etkilediği, adeta bir hastalık gibi olduğu romanda gayet belirgin. Buna kıskançlığı, entrika ve intikamı da ekleyelim. Bir de etiğe değinmek istiyorum. Okuyucu mutlaka karakterlere karşı taraflı yaklaşacaktır. Hatta suç olduğunu bilmemize rağmen bazı şeylerin ortaya çıkmaması adına bazı karakterlerin yaptıklarını destekleyecektir. Bu da akla hak edenin hak ettiğini insanların değil kanunların vermesi gerektiği, ceza uygulayıcıların bireyler olmaması gerektiği fikrine ne kadarımızın karşı olduğunu getiriyor. Siz de okurken kendinizi değerlendirebilirsiniz.

Roman, bazı yazarları etkilemiş ve bazılarından da etkilenmiş. Bazı yorumcular, Charlotte Brontë'nin ünlü romanı “Jane Eyre”' ile paralelliklere dikkat çekmiş. Ayrıca Stephen King'in “Kemik Torbası” romanında Bayan Danvers karakterinden defalarca bahsediliyor. Ben bu kitapları tanıtmadığım için bu detaylara girmeyeceğim. Roman ayrıca çok kez filme ve diğer alanlara uyarlanmış. Bunlardan en iyisi, usta yönetmen Alfred Hitchcock’un 1940 yılında yönetmenliği üstlendiği versiyonu diye düşünüyorum.

Sonuç olarak; edebi değeri hak eden bir üslupla yazılmış, oldukça gerçekçi karakterleri ve olaylarıyla dikkat çekici insani temaları başarılı bir şekilde işleyen, usta işi bir gizem/gerilim/dram romanı diye düşünüyorum. Psikolojik meseleleri kurguda sevenlere, dünya klasiklerini sevenlere, bir de gizem ve dedektiflik sevenlere öneririm. Ama bir korku romanı olmadığını tekrar belirteyim. 

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER