KİTAP TANITIMLARIM 162-165.

HALKA Serisi – Koci Suzuki:

 


1. “HALKA” (Ringu) – İthaki Y., 277 s., 1. Baskı, 2021.

 

2. “SARMAL” (Rasen) – Doğan Y., 381 s., 1. Baskı, 2008.

 

3. “DÜĞÜM” (Rupu) - Doğan Y., 396 s., 1. Baskı, 2008.

 

4. “DOĞUM GÜNÜ” (Basudei) - Doğan Y., 209 s., 1. Baskı, 2008.

 

“Şeytan, insanlığı yok oluşa sürüklemez; insanlık olmadığı sürece o da var olamaz.”

 

Bugün dışarıda birtakım gündelik işler peşinde koştururken düşündüm. Ne yapıyoruz biz? Benim gibi birçok insan bir şeyler peşinde koşturuyor, yaya ve araç trafiği akıyor. İnsanlar bir yerlere gidiyor, bir yerlerden geliyor. Uygarlığın rutin gündelik hayatın monoton kısır döngüsüne sıkışmış hissettim kendimi. İşlerim var, çok işim var… İyi de ya ben şimdi şuracıkta düşüp ölsem ne oldu o işler güçler? Ölümün yanında ne kadar anlamsız her şey… İnsanın kurduğu bu sistem, bu düzen, bu dünya nasıl buraya gelmiş? Her şey nasıl başladı? Bir tanrı var mı? Yoksa biz sanal bir âlemde program mıyız? İyi de kötülük nasıl ve neden var? Mesela içinde bulunduğumuz şu günlerde hala covid-19 virüsü ortalığı kasıp kavururken bir de Rusya tanklarla Ukrayna’ya girdi, savaş çıktı. Virüsten mi korkmalıyız, birbirimizden mi?

Gerçek mi sanal mı bilemem yaşadığımız dünya ama net bir şekilde bildiğim bir şey varsa insanın ne kadar kötü olabileceği. Savaş, cinayet, tecavüz vs... Dünya hiç iyi bir yer değil... Yani tanrı da olsa bir program da olsak, yapan iyi yapamamış, ya da yapanın düşüncesi bu değildi belki ama bizleri kendi halimize bırakmış o ve bu hale getirmişiz dünyayı. Farklı ve tuhaf görünenin toplumdan dışlanmasına ne demeli? Belki bu da olayları korkunç boyutlara getirebilir. Mesela telekinetik güçleri olan birisinin medyada popüler olduğunu düşünün, insanlar onu nasıl bir kukla haline getirir kim bilir… İşin sonu intihara kadar gider belki de… İnsanlar gerçekten korkunç… Tecavüz edilip bir kuyuya atıldığınızı düşünür müsünüz hiç günlük hayatta? Böyle korkunç bir şey başınıza gelseydi ne yapardınız? Ya bir de telekinetik güçleriniz varsa? O halde sizi Sadako ile tanıştırma zamanım geldi. Birçoğunuz belki de onu Samara diye biliyor. Amerikalılar, her zamanki gibi iyi bir hikâyeye çöküp popülerleştirmiş durumda çünkü.

İthaki’nin “Karanlık Kitaplık” serisinde görünce “Halka” romanını alıp okuyayım dedim. Filmlerin bir kısmını izlemiş ama romanı okumamıştım. Kitap bitince bir şeyler yarım kaldı diye düşündüm, meğerki devam kitapları varmış. Onları da ilk kitapla birlikte zamanında Doğan Kitap basmış. Bulmam kolay olmadı ama sonunda seriyi tamamlayıp okudum hepsini. Doğan’ın kitapları cep boy bu arada, normal boyları var mı bilmiyorum. Her neyse… İthaki, bu dizisinin diğer kitapları gibi yine cezbedici bir kapak çalışmasına imza atmış. Korku figürlerini, korkunç karakterleri sayın desem özellikle çağdaş karakterler içerisinde birçok korku fanının aklına Samara ve TV’den çıktığı sahne gelir mutlaka. İthaki de “Halka” kitabının kapağında bu sahnenin çizimine yer vermiş. Albenisi yüksek bir hale gelmiş böylece kitap. Ancak, bir sorun var… 4 kitabın toplamında dahi hiçbir yerde böyle bir sahne yok… Orijinal kitapları ve filmleri Hollywood’un el atarak değiştirmesinin bir parçası sadece bu sahne…

Gelelim korku meselesine. Her ne kadar en bilindik ve hatta sonrasında kendi tarzında birçok film yapılması konusunda çığır açan bir korku filmi olsa da “Halka”, kendisi ve devamındaki kitapları okuyunca korkunun serinin asıl tarzı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Öncelikle gizem/gerilim ve bilimkurgu/distopya tarzında olan bu seriye korku ve dramı akabinde ekleyebilirim. Korku ve gizem dozu en yoğun, en bilindik olan ilk kitapta… Her kitapta olayların gizemini çözmeye çalışan farklı 1-2 başkarakter olsa da tüm serinin ana 2 karakteri Sadako Yamamura ve Ryuci Takayama… Temalarda ise karşımıza farklı olanın dışlanması, insanın kötülüğü, intikam, gerçekliğin ne olduğu ve sanal-gerçek ikilemi, tanrı-varoluş meselesi, hastalık ve yok oluş vs. çıkıyor. Şimdi kitaplara tek tek bakalım:


1. HALKA

İçinde bulunduğumuz şu yıllarda insanlık bir virüsle mücadele veriyor. Halka serisinde de en temel durum, bir virüsle mücadele edilmesi ama yayılma şekli ve ardında yatan sebepler hiç de alışıldık ya da tahmin edilir değil. Teknolojinin kölesi haline geldiğimiz şu çağda belki o da bir nevi virüs. Yazar, virüsü yaymak için son derece sıra dışı bir araç kullanıyor: videokaset. 90’lı yıllarda başlayan seri, şimdi yazılsaydı belki bu bir USB bellek ya da akıllı telefonumuzda birdenbire ekranda beliren bir Youtube videosu olabilirdi.

!!!DİKKAT!!! SPOILER BAŞLANGICI!

Gazeteci Asakava, aralarında yeğeninin de bulunduğu, üç farklı yerde aynı anda birdenbire yığılıp ölen gençlerin arasında bağlantılar olduğunu keşfedince olayı, dostu Ryuci ile araştırmaya başlar. Ölüm nedenlerinin kalplerini aniden durduran bir çeşit virüs olduğu anlaşılır. Aynı okuldan olan bu gençlerin en son bir arada geçirdikleri zamanı ve yeri öğrenen Asakava, onların kaldıkları otelde bir videokaset keşfeder ve onu izler. Bir yanardağ, doğumdan bahseden birisi, omzu kanayan yüzü terli bir adam, sık sık kararan ekran, arada beliren heceler vs. Görüntüler arasında bir bağlantı kurmak ilk etapta imkânsız gibidir. Kaset, sonunda tam 1 hafta sonra öleceğini söyler, eğer şey yapmazsa… Ne yapmazsa? Görünüşe göre kasetin o kısmı silinmiştir. Anlaşılan, kaseti izleyen gençler ciddiye almamış, üstüne de sonunu silerek başka bir şey kaydetmişlerdir. Asakava, durumu zeki, nihilist-mizantrop arkadaşı Ryuci ile paylaşır. Ayrıca gazeteden bir arkadaşının da uzaktan yardımıyla hem olayları çözmeye çalışır, hem de zamana karşı bir yarış başlar. Kasetteki kopuk kopuk görüntüler ürpertici bir gizem yaratıyor ve bir yapbozun parçaları gibi aşama aşama çözülürken sürükleyici, merak uyandırıcı bir okuma sağlıyor. Bir yandan kendisiyle birlikte yanlışlıkla kaseti izleyen eşi ve çocuğunu da kurtarmaya çalışan Asakava, dehşet verici bir hikâyeye ulaşır sonunda. Hem kaseti yaratan kişinin geçmişteki hem de kendisinin yakın gelecekteki hikâyesi anlamında söyleyebilirim bunu.

Kasetteki görüntülerin saniye saniye notunun çıkarılıp yavaş yavaş çözümlenmesi oldukça güzel. Özellikle çok hızlı şekilde sık sık kararan ekranın göz kırpması olduğunu fark etmeleri kısmı harika. Birinin gerçek hayatta yaşadıklarını kendi gözünden kaydetmesi gibi bir nevi… Ölenlerin kalp damarlarını tıkayan virüs analiz edildiğinde çiçek hastalığına sebep olana benzer bir tanesi olduğunu anlayarak Japonya’da yaşayan son çiçek hastasına ulaşırlar. O da zaten iyileşeli çok olmuştur. Akıl hastanesinin bahçesinde, orada yatan annesini ziyarete gelmiş genç hermafrodit Sadako’ya tecavüz edip öldürerek onu bir kuyuya gömdüğü ortaya çıkar! Ancak, virüsün videokaset aracılığıyla yayılması oldukça gerçek dışıdır. Sadako’nun, tıpkı annesi gibi telekinetik güçleri olduğunu, farklı-garip birisi olduğu için girdiği ortamlardan dışlandığını öğrenirler. Aynı, annesi gibi… Hatta medyanın eline düşen annesi önce popüler olmuş, fakat daha sonra sahtekârlık damgası yiyerek toplumun linçine uğramış, psikiyatrik tedavi görmeye başlamış,  başka birçok sorunla beraber yaşadıklarını kaldıramayarak kendisini bir yanardağa atıp intihar etmiştir. Kasetteki yanardağ görüntüsü buradan gelir. Asakava ve Ryuci, bir polisiye romanı gibi gelişen kurguda olayları yavaş yavaş çözerler. Sadako’nun bir süre çalıştığı tiyatro okulundan başlayarak onun hakkında bilgileri toplarlar. Sonunda, kitapta ölen gençlerin kaldığı otel odasının tam altında, Sadako’nun gömüldüğü kuyu olduğunu keşfederler. Yıllar sonra o arazinin üstüne yapılmıştır otel. Sadako, telekinetik güçleriyle elektronik eşyalara, frekanslara da etki edebilmektedir. Vücudunda taşıdığı çiçek virüsü ile kendi doğaüstü güçlerini birleştirerek tam kuyunun üzerindeki televizyondaki bir programın akışına girerek videokasete bir kayıt gerçekleştirir. Kendi hayatından parçalar kaydeder. Otelde kalan 4 genç de bunu izler. İzleyenlerin kalp damarlarında büyüyen ve tam 1 hafta sonra damarı tıkayıp kalp krizine neden olan bir virüs oluşur…

Asakava ve Ryuci, Sadako’nun kemiklerini kuyudan çıkararak geride kalan akrabalarına teslim ederler ve böylece kasedin lanetinin bozulduğunu düşünürler. Çünkü Asakava, 1 haftayı doldurmuş ama hayatta kalmıştır. Ancak, durum hiç de öyle değildir. Sadako’nun, birçok hayalet öyküsünde karşılaştığımız gibi, insanlara kendi yaşadığı trajediyi anlatıp ruhunu huzura kavuşturmaktan çok daha başka, korkunç planları vardır. Kaseti, Asakava’dan 1 gün sonra izleyen Ryuci’nin ölümü okuyucuyu yine gizeme sürükler. Asakava, kendisinin yapıp Ryuci’nin yapmadığı ne olduğunu düşünmeye başlar, çünkü kasedi izleyen eşi ve çocuğu da hala tehlikededir. Sonunda, kasetin kopyasını çıkardığını ve başkasına izlettiğini fark eder ve Sadako’nun virüsü yaymak istediğini düşünür. Asakava’nın şimdi önünde büyük bir etik sınav vardır. Virüsün dünyaya yayılımının başlamasını, insanlığı kıyamete sürüklemesini durdurmak ya da eşi ve çocuğunu kurtarmak… Asakava, ikincisini seçer! Kasetin birer kopyasını çıkartıp büyükannelerine izletmek üzere ailesiyle yola çıkar… Bu arada Ryuci, ölmeden önce en son kız arkadaşı Mai ile telefonda konuşmuştur. Ryuci’nin ölmeden önce de bir şeyler fark ettiği bellidir.

!!! SPOILER SONU!!! 

Yazar, teknolojinin esiri olan çağa ve insanlığa eleştirel bir fikrin üzerine inşa etmiş romanını. Ayrıca bir virüs mü daha kötü, yoksa insanın kendisi mi diye sorgulamamızı sağlıyor. İnsanın başka bir insana yapabileceği kötülüğün şiddetinin altını çiziyor. Ryuci ve Sadako karakterleriyle de dünyanın hiç yaşanılabilir, katlanılabilir bir yer olmadığını vurguluyor. Ryuci’nin en çok istediği şey “Bir tepenin üzerinden insanlığın yok oluşunu izlerken, toprağa bir çukur açıp içine defalarca boşalabileceği günü görmek”… Kitabın başında Hakan Günday’ın Önsöz’ü bulunuyor. Ryuci karakterini biraz Kinyas ve Kayra’ya benzetmedim değil. Dünyayı umursamayan ama zeki, hiçbir şeyden korkusu olmayan, nihilist ve hedonist bir karakter. Ancak elbette ki romanın ve serinin en can alıcı karakteri, adeta taşıyıcı iskeleti, Sadako. Hikâyede; farklı olanın dışlanması, en korkunç kötülüklere maruz kalması ve insanoğlundan sonsuz bir intikam alma isteğinin bir sembolü o adeta. Ryuci ile insanlardan nefret etmesi konusunda benzemekteler yani. Sadako kişisel sebeplerle, Ryuci felsefi sebeplerle de olsa…

Kitap, gizem olgusunun bir kurguya kattığı sürükleyicilik bağlamında oldukça başarılı. Merak duygunuz sonuna kadar diri kalıyor. Seri içerisinde korku duygusunun en yoğun olduğu kitap da bu. Özellikle kuyunun kazıldığı sahne… Karakterler ve kurgu konusunda da türünün hakkını veriyor. Ancak, bunca yoğunluktan sonra beklememek gerektiği gibi, edebi bir dil değil de türün çağdaş pek çok yazarı gibi yalın bir dil kullanıyor. Gerilim ve aksiyonun azalmadığı bu kitabı türün sevenlerine tavsiye ediyorum. Şaşırtmacalı, katmanlı finali de ayrı güzel. Bu kitabı okuyup bırakmayı tercih edebilirsiniz ancak benim gibi devamını merak edenler çıkacaktır. O halde buyurun ikinci kitaba.

 

2. SARMAL

İkinci kitap bizi daha fazla bilimin, özellikle Biyoloji ve Tıp’ın içine sokuyor. Ryuci’nin otopsisini yapan, onun üniversiteden yakın arkadaşı Doktor Ando ve Ryuci’nin sevgilisi Mai bu kez olayların merkezindeki karakterler. Ayrıca ilk kitabın sonunun tahmin ettiğimiz gibi devam etmediği de ortaya çıkıyor. Asakava ile yeniden karşılaşıyoruz. Virüs çoğalıp yayılırken Sadako’nun korkunç planları işliyor. Oğlunu yıllar önce bir kazada kaybetmiş olan Ando, bu kitapta kilit rol oynuyor. Oğlu denizde boğulmuştur ve Ando son anda onu saçlarından yakalayabildiği için kopan bir tutam saçı kalmıştır elinde sadece. Bu saçları saklamaktadır. Bu kez kendisi ya da insanlık arasında seçim yapmak durumunda kalacak olan karakter o. Yani ilk kitaptaki gibi, benmerkezciliğimize vurgu yapıyor yazar. Dünyayı mı kurtarmalı, çok sevdiğiniz birilerini mi?

!!!DİKKAT!!! SPOILER BAŞLANGICI!

Ryuci’nin otopsisinde de kalp damarını tıkayan bir virüs bulunuyor. Virüsün DNA zincirini çözümleyen doktor, tuhaf bir şey fark ediyor. Zincirde bir şifre var. Ayrıca, otopside Ryuci’nin karnından, üzerinde şifreli yazılar bulunan bir kâğıt parçası fırlıyor. İlk kitapta gizemi çözülmeye çalışılan videokasetin yerini bu kez bu şifre alıyor yani. Ayrıca Asakava’nın ufak bir trafik kazası geçirdiğini, olay yerinde arka koltukta oturan eşi ve çocuğunun öldüğünü öğreniyoruz. Ölüm nedenleri kaza değil, kalplerinin durmasıymış; onlarda da aynı virüs tespit ediliyor. Yani, virüsün lanetinden kurtulmak için kaseti çoğaltmak çözüm değilmiş; bunu anlıyoruz. Asakava ise akıl hastanesine düşmüş, algıları ve konuşma yetisini kaybetmiştir. Ancak, ilk kitapta yaşanılan her şeyi yazıp bir diskete kaydetmiştir. Kazadan sonra arabadaki diğer şeylerle birlikte (videokasetler de dâhil) disket de Asakava’nın abisine verilmiştir. Ryuci’nin cesedini ise onunla telefonda en son konuşan, sevgilisi Mai bulmuştur. Mai de Ryuci’nin evinde kaseti izlemiştir üstelik. Bu durumda bu kitapta olayları çözmeye çalışanlar Ando ve Mai olur. Ando, bir şekilde virüsün şifresini çözer. Ryuci’nin mesajını alır. Asakava’nın abisine, videokasetlere ve diskete ulaşır. İlk kitapta yaşanan her şeyi öğrenir. Ancak, Mai beklenmedik şekilde ortadan kaybolur.

Ando bir taraftan Mai’yi aramakta, bir taraftan videokasetin lanetinin nasıl çözüleceğini, diğerlerinin yapmayıp Asakava’nın farklı yaptığı, onu virüsten kurtaran şeyin ne olduğunu bulmaya çalışmaktadır. Virüsü incelediğinde, bir insanın DNA’sı ile çiçek hastalığının karışımını içerdiğini fark eder. Bu insan şüphesiz ki Sadako’dur. Yani her virüs onun DNA’sını da taşımaktadır. Bu arada, virüs halka şeklindedir ve ilk kitabın adı buradan geliyor. Bu kitabın adı ise DNA sarmallarından geliyor. Kitapta zaten epey bir DNA zinciri kodları, Numeroloji, şifreler vs. var. Bilimsellik düzeyi, ortalama bir okuyucu için zorlayacak hale gelebiliyor yani sık sık. Ancak bu dev kurguda her şeyi gediğine oturtmak için çabalayan yazar, bunu yapmak durumunda kalmış. Senaryo zorlanıyor gibi görünse de siz bir de bir sonraki kitaba bakın. Bu ilk ikisi yine daha iyi bütün oluşturuyor. Bu kitapta ayrıca Ando arada bir, çok güzel, gizemli bir genç kızla karşılaşmaktadır. Sonunda onunla yolları kesişecektir. Mai’yi ararken de dairesinden başlar, bir şey bulamaz ama sanki bacağına yumuşak bir şey sürtünür evde. Bu arada Asakava’nın abisi disketi kopyalamış ve ilk kitapta yaşananları yazar olarak kendi ismini verdiği “Halka” adlı kitapta yayımlamaya karar vermiştir.

Olayların sonunda Ando’nun keşifleri dehşet vericidir. Asakava, ilk kitapta yaşanan olayları yazdığı için kurtulmuştur. Ando, kalan videokasetleri yok etse ve kendisi izlemese de; Asakava’nın abisinin kitabı aracılığıyla virüs yeni bir yayılma yolu bulmuştur. Yazar (bizim yazardan bahsediyorum, bu serinin yazarı Koci Suzuki) belki de okumanın izlemekten daha güçlü olduğuna gönderme yapmakta. Ando, sık sık karşılaştığı o güzel genç kızın Mai’nin ablası olduğunu öğrenir ve onunla erotik bir gece geçirirken, ulaşmaya çalıştığı, Sadako’nun fotoğrafı ona gönderilir. Fotoğrafı açan Ando şok olur, çünkü yanındaki kız (aslında hermafrodittir), Sadako’dur. Mai’nin cesedinin apartman çatısında derin bir boşlukta bulunması, cesedin otopsisinde hamile olduğunun ve doğurmuş olduğunun ortaya çıkması gibi olağanüstü bir durum da vardır. Ando son gördüğünde Mai hiç de gebelik belirtisi göstermemektedir ve bu kadar kısa zamanda doğurması imkânsızdır. Üstelik bebek de ortalıkta yoktur. O bebek Sadako’dur. Sadako yeniden doğmuştur. Mai, videokaseti izlediğinde yeni gebedir ve virüs kalp damarları yerine rahmine saldırarak bebeğin Sadako olmasını sağlamıştır. Çünkü daha önce de söylediğim gibi virüs Sadako’nun DNA’sını taşımaktadır. Sadako aşırı hızla büyümüştür ve günler içerisinde genç kız haline gelmiştir. Bunun da bilimsel bir açıklaması vardı kitapta ama kafam çorba olduğu için net hatırlamıyorum. Gelinen son durumda Sadako’nun çarpıcı bir isteği vardır. Ryuci’nin de yeniden doğması. Ryuci’nin cesedine doktorun ulaşıp adını hatırlamadığım bir alet sayesinde DNA’sını kopyalayarak ve şu an hatırlayamadığım başka ek yöntemlerle (yine bilimsel derinlikler ve elbette Sadako’nun doğaüstü katkısıyla sadece) Ryuci’nin bu dünyaya gelmesini sağlamasını ister doktordan. Karşılığında ise Ando’nun boğulup ölmüş olan oğlunu dünyaya getirip ona verecektir. Oğlunun bir tutam saçı elinde olduğu için DNA’sı kopyalanabilir. Yani dünya Ryuci ve Sadako çiftinin gazabına uğrayacaktır. Asakava gibi, Ando da kişisel olanı seçer. Artık dünyaya bir sürü Sadako doğacaktır. Virüs, kitap aracılığıyla yayılacak ve her gebe kadının rahmine saldırıp sayısız Sadako’lar doğuracaktır. Bir nevi, insanlığın sonu…

!!! SPOILER SONU!!!

Olayların geldiği nokta özgün bir apokaliptik distopya yaratıyor diyebilirim. Sarmal, bu anlamda daha fazla bilimkurgu, daha az korku içeriyor ilk kitaba göre. İki farklı temellendirmeyle insanlıktan ve dünyadan nefret eden iki karakterin sonda buluşmaları ve dünyanın yok oluşuna doğru adım atmaları, düşüncenin akışını tamamlıyor.  Yalnızca ilk kitabı okuyup, devamını okumaya da bilirsiniz. Ancak yine de ilk iki kitap, bir bütünü oluşturarak hikâyeyi tamamlıyor gibi duruyor. Peki, sonraki kitaplarda ne oluyor? Hala yorulup ya da sıkılıp vazgeçmediyseniz, hala okuyorsanız bu tanıtımı, buyurun.

 

3. DÜĞÜM

Tarz olarak daha bilimkurgu/distopya olan, serinin üçüncü kitabı, yeni bir ortamda, yeni karakterlerle ve hikâyeyle başlıyor. Fen bilimlerine meraklı ilkokul öğrencisi Kaoru ile tanışıyoruz ve ana karakter kendisi oluyor kitapta. Ayrıca, dünyada YIK isminde bir virüsün neden olduğu kanserin yaygınlaştığını görüyoruz. İlk iki kitaptaki gibi insanlığın virüslerle mücadelesi burada da devam ediyor yani. Hastalığa Kaoru’nun bilim insanı olan babası da yakalanıyor. Ayrıca, Kaoru’nun hayatına girecek bir kadınla, Reiko’yla da tanışıyoruz. Bütün bu olanların ilk iki kitapla ne alakası olduğunu uzun süre sonra, kitabın son bölümlerinde öğreniyoruz.

!!!DİKKAT!!! SPOILER BAŞLANGICI!

Kaoru, dünyada yerçekimi anormalliklerinin yaşandığı yerler ile uzun ömürlü insanların yaşadığı köyler arasında bir bağ bulunduğunu keşfediyor. Bu bölgelerdeki insanlar kansere yakalanmamış. Bu yüzden o yerlerden biri olan Amerika’daki New-Mexico merkezli çöllük alana seyahat edecek. Ayrıca babasının hastalığı son aşamalarına geldiğinde Kaoru, (artık tıp fakültesinde öğrenci),  hastanede tanıştığı Reiko ile bir ilişki yaşar ve Reiko hamile kalır. Ancak, Reiko da virüsün taşıyıcısıdır. O sırada virüs, geçirdiği mutasyonlar sonucu tüm dünyaya yayılmış, yalnızca insanları değil hayvanları ve bitkileri de tehdit etmeye başlamıştır. Kaoru, babasıyla gitmeyi planladıkları uzun ömür köyüne giden birinin virüsü yenmeyi başardığını öğrenir. Kaoru; babasını, Reiko’yu ve doğmamış çocuğunu kurtarmak için yola çıkar.

 

Yolculuğu onu Loop adlı sanal bir dünya programıyla tanıştırıyor. Bu projede bir zamanlar babası da yer almış. Proje on binlerce bilgisayarı birlikte kullanarak, sanal bir dünya programlayıp yaşamın evrimini ve olasılıklarını simülasyon yoluyla izleme amaçlıymış. Yani, sıfırdan bir dünya yaratıp gelişimini, evrimi, insanlığın geldiği noktayı izlemişler ve bizim dünyamıza benzer bir dünya oluşmuş Loop’ta da. Elbette orada zaman, bizim dünyamıza göre çok daha hızlı. Proje çerçevesinde programlanan sanal bireyler Ryuci, Asakava, Sadako, Mai ve Ando’nun, gerçek dünyayı kasıp kavuran virüsle bağlantılı olduklarını keşfedecek Kaoru. Bunlar arasında kilit isim Ryuci. Anlayacağınız, ilk iki kitapta yaşanan her şey bu Loop denilen sanal dünyada yaşanmış. Burada okuyucu olarak biraz “Yok artık!” dememiz olası. “İlk 2 kitapta bıraksa mıydım acaba, gerisini okumasam mı, yazar benimle dalga mı geçiyor?” diye sorabiliyoruz. Fakat önyargıları kırıp kitabı sonlandırdığımızda her şeyin gediğine oturduğunu fark edeceğiz. 

 

Loop dünyasının tasarımcısıyla da tanışacak Kaoru. İlk iki kitapta yaşananları, karakterleri detayıyla öğrenecek. Loop’a uzaktan bakıldığında tıpkı bir kanserin dokulara yayılması gibi, programa bir virüs yayıldığını anlıyoruz. Bu virüs, kendini defalarca doğurup çoğalan Sadako’dan başkası değildir. Bu kitabın asıl şoku ise, Ryuci’nin ilk kitapta ölmeden az önce fark edip yaptığı bir eylem sonucunda bu dünyada doğduğudur. Şu işe bakın ki bu an, Kaoru’nun bizim dünyamızda doğduğu andır. Anlayacağınız, Kaoru, Ryuci’nin ta kendisidir. Kaoru, Loop dünyasına gönderilecektir orayı kurtarmak için. Bildiğimiz, bu dünyadaki Kaoru yok olacaktır yani. Loop dünyasında Ryuci’nin yeniden doğumundan bahsetmiştim ikinci kitapta. İşte tam da bu şekilde Ryuci Loop’ta yeniden doğar. Peki, Kaoru’nun Reiko’dan doğan çocuğu? Hadi bakalım, beynimiz yandı…

!!! SPOILER SONU!!!

 

Matrix, daha ortalarda yokken sanal gerçeklik olayına el atmış görünüyor yazar. Gerçeklik ve tanrı sorgulaması yaptırıyor okuyucuya. Belki bizim yaşadığımız dünya da bir program, sanal bir gerçekliktir; belki de tanrı dediğimiz de o programı yaratan birisidir. Covid-19, bir bilgisayar virüsüdür belki… Loop dünyasında her şeyin insanlık tarihine benzer şekilde ilerleyip bizim dünyamız gibi aynı noktaya gelmesi de deterministtik gözlükle okunabilir. Her şey zorunlu bir nedensellikle birbirine bağlı ve dünyamız, yani insanlık tarihini ne kadar yeniden başlatırsanız başlatın yine bugüne ulaşacağız belki de aynı şekilde. Ursula K. Le Guin’in “Rüyanın Öte Yakası” romanında denildiği gibi: “Belki de bu dünya olası tüm senaryoların en iyisidir”. En iyisi buysa insan türünün karakterini yeniden sorgulamamız gerekebilir. 

 

Bu kitapla birlikte tüm çarklar yerine oturuyor ve her şey fazlasıyla, uçuk-zorlayıcı bir hayal gücüyle de olsa tamamlanıyor. E, bir kitap daha var. Daha ne olacak orada yahu, yetmez mi? Bakalım ne oluyormuş…

 

4. DOĞUM GÜNÜ

“Daha anlatılacak ne kaldı da dördüncü kitap var acaba?” diye düşünmüştüm ama varmış. Aslında 3 ayrı hikâyeden oluşan bu kitapta yalnızca sonuncusunun ilerleyen kısımları, olayları üçüncü kitabın sonunda bıraktığımız yerden devam ettirerek seriye bir nokta sağlıyor. Diğer iki hikâye ise önceki kitaplarda yaşanan ve detayları verilmeyen bazı olayları yan karakterlerin gözünden anlatılıyor. Yazar, üçüncü kitabın sonunda yarım kalan bir şeyler olduğunu fark edip hiçbir boşluk bırakmak istememiş anlaşılan. Ek bir şeyler yazmış ama yazdığı kısa kalınca serideki diğer boşlukları da tamamlamak için araları dolduran hikâyeler yazmış. Diğer her kitapta söylediğim gibi bunu okumasanız da olabilir, ama ben sonuna kadar okuma isteğimle başa çıkamadığım için, seriyi tamamlamaya karar verdim.

!!!DİKKAT!!! SPOILER BAŞLANGICI!

“Gökyüzündeki Tabut” adlı ilk hikâye, Ryuci’nin kız arkadaşı Mai’nin gözünden, Sadako’yu doğurduğu sahneyi anlatıyor. “Sarmal” kitabında bu kısım gizemli kalmıştı. Bu anlamda boşluğu dolduruyor öykü. Mai, bir binanın havalandırma boşluğunda kendine gelir. Bakire olduğu halde hamiledir. Nasıl hamile kaldığını anlayamaz. Karnında taşıdığı şeyin ne olduğundan da emin değildir. Zaman geçtikçe neden orada olduğunu yavaş yavaş çözmeye başlar. O lanetli videoyu izledikten sonra, vücudunun içerisinde o kötülük tohumu gelişmeye başlamıştır. Nihayet doğum anı geldiğinde, sancılarının arasında kötülük tohumunun ne olduğunun farkına varır. Ölümünün yaklaştığının da… Bu öykü, zamanın okuyucunun okumasıyla eş olarak akması, tek mekân ve tek karakterle, oldukça güzel bir durum öyküsü olmuş kendi içinde. Ayrıca derin bir havalandırma boşluğunda yatıp çaresizce gökyüzüne bakan Mai’nin içinde bulunduğu durumun Sadako’nun atıldığı derin kuyudaki durumuna analojisini de beğendim. Mai’nin yattığı boşluk, yüksek apartmanların üst tarafında olduğu için, öykünün adını da mükemmel buldum. Sadako’nun nasıl doğup, Mai’nin cesedini arkada bırakarak oradan kurtulduğunu okumak için öyküye buyurun.


“Limon Kokusu” ise, ilk kitapta olayları çözmede Asakava’ya yardımcı olan arkadaşı Kenzo Yoşino’nun; Kasım 1990’da, 47 yaşındaki Hiroşi Toyama ile buluşup öğrendiği olayları aktarıyor. Sadako, öldürülmeden önce, henüz annesi de hayattayken bir tiyatro kulübünde çalıştığını belirtmiştik ilk kitapta. Tiyatro kulübünde Sadako’yla ilişkisi olmuştur Hiroşi’nin. 24 yıl önce, 1966 Mart ayında tiyatro topluluğunda ses teknisyenliği yapan Hiroşi, topluluğun yeni üyesi Sadako’yla gizlice çıkmaktadır. Ancak, bir gün Sadako’nun, aktörlerden Yuzo Şigemori’yi ayartmaya çalıştığını fark eder. Kıskançlıktan deliye dönen Hiroşi, ses kayıt odasında sıkıştırdığı Sadako’nun tahriklerine karşı koyamayarak karanlık odada onunla ilişkiye girer. O sırada kayıt ettiği ses kasetini, topluluktan dört kişi tesadüfen dinler. Hiroşi, o dört üyenin, nedeni belirlenemeyen bir kalp rahatsızlığından dolayı öldüklerini Kenzo’dan öğrenir… Bu hikâye, Sadako’yu daha yakından tanımamızı sağlıyor. Onun özel hayatına da odaklanıyor ilk gençlik çağlarında. Bir üçgenin içinde kalan Sadako, yine insanın gazabına, yine bir kötülüğe uğramıştır. Sadako’nun teknolojiyi kullanarak insanlardan intikam almasının ilk aksiyonu o zaman gerçekleşmiş. Yine serinin genelindeki temalar vurgulanıyor bu öyküde de: insanın insana kötülüğü, intikam, dünyanın kötü bir yer olması vb.

 

“İyi ki doğdun!” adlı son öykü görüldüğü üzere, kitabın adına gönderme yapıyor. Bu kitabın asıl öyküsü bu yani. Bu sefer, Kaoru olayları çözmek için yola çıktığında ardında bıraktığı, gebe sevgilisi Reiko’nun gözünden yaşananları okuyoruz. Reiko, kansere yol açan virüsün tedavi yöntemini bulmak için yola çıkan Kaoru’ya ne olduğunu öğrenmek için, Kaoru’nun çalıştığı Loop Projesi araştırmacılarından biri olan Tooru Amano’yla görüşür. Tooru, Kaoru’nun öldüğünü, ancak aslında sanal gerçeklik dünyası Loop’a ait olan Ryuci Takayama olduğunu ve orada yaşamakta olduğunu öğrenir. Tooru’dan Loop’u görebileceği ekipmanları alan Reiko, Ryuci Takayama, yani Kaoru’nun Halka virüsü yüzünden kanserleşen Loop dünyasını yeniden oluşturduğunu, aynı zamanda Sadako’yu yok etmek için taşıdığı virüs yüzünden kendisinin de ölüşünü izler. Kaoru’nun lanetli kaderi yenmek için canla başla savaştığını gören Reiko, çocuğu doğurmaya karar verir. Sadako’nun planları sonunda bizim dünyamızdaki Loop tasarımcılarının Ryuci’yi o dünyaya geri göndermesiyle bozuluyor. Reiko da çocuğunu doğuruyor. Şimdi ne olacak acaba?

!!! SPOILER SONU!!!

 

Böylece seri tamamlanıyor. Ana fikri her ne olursa olsun insanın doğum-ölüm döngüsünde kalacağını gösteriyor. Kıyamet gelse bile bir çıkış yolu bulup, canlılığın ve insanın devam edeceğini anlatıyor. Uzak doğu felsefelerinde karşımıza zaten yaşamın bir döngü olduğuyla ilgili argümanlar çıkmakta. Japon yazar, bu güçlü ana fikri ve çarpıcı temaları üzerine inşa ettiği kurgusunu böylece tamamlıyor. Tüm detaylar ince ince dokunmuş, kurguda boşluk bırakmamış. Ne kadar bazı olaylar fazla zorlama ve uçuk gelse de kurgunun kendi içindeki mantıkla her şey gediğine oturmuş. Seri zaten bize yazarla ilgili sağlam bir zeka izlenimi veriyor.

 

Matrix’ten önce Halka serisi vardı diyorum ve türü, bahsettiğim temaları seven okuyucuya tavsiye ediyorum. Son olarak, hepimiz Halka’yı bir filmden biliyor gibiyiz diyerek kitaptan uyarlanan filmlerin listesini buraya bırakıyorum. Bizim bildiğimiz filmler, kitaplardan epey farklı ama kitaplara sadık filmler de mevcut. Popülist değil, araştırmacı olalım ve orijinallerine destek verelim diyorum. Bu yüzden uzak doğu versiyonlarını özellikle tavsiye ediyorum.

 

HALKA SERİSİNDEN UYARLANAN FİLMLER:

 

1.    Ringu (1995) (TV Filmi) - Chisui Takigawa

2.    Rasen (1998) - Jôji Iida

3.    Ringu (1998) - Hideo Nakata

4.    Ringu II (1999) - Hideo Nakata

      5.    Ringu: Saishûshô (1999) (12 bölümlük dizi)

6.    Ling (1999) - Dong-bin Kim  (Halka’nın Güney Kore versiyonu)

7.    Rasen (1999) (13 bölümlük dizi)

8.    Ringu 0: Basudei - Norio Tsuruta

9.    The Ring (2002) - Gore Verbinski (Çoğumuzun, Halka ile tanıştığı film)

10.  The Ring Two (2005) - Hideo Nakata

11.  Sadako 3D (2012) - Tsutomu Hanabusa

12.  Sadako 3D 2 (2012) - Tsutomu Hanabusa

13.  Sadako vs Kayako (2016) - Kôji Shiraishi

14.  Rings (2017) - F. Javier Gutiérrez

15.  Sadako (2019) - Hideo Nakata



SEÇTİĞİM ALINTILAR:

“Hayatın zıttı ölüm değildir ki, ölümün zıttı doğumdur. Hayatın zıttı yoktur”

“Kötüleşip yozlaşan Tanrı, artık şeytan olarak adlandırılmaya başlandı.”

“Tanrı ve şeytan, vücut hücreleri ve virüs, erkek ve kadın, hatta ışık ve karanlık bile çok eskiden tek vücut halindeymiş.”

“Ya gerçeklik olarak bildiğimiz her şey kurgulanmış, sanal bir dünyadan ibaretse?”


Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER