KİTAP TANITIMLARIM 108.

 

“H. P. LOVECRAFT’IN FAVORİ KORKU HİKAYELERİ” (H. P. Lovecraft’s Favorite Horror Stories)- Laputa Y., 301 s., 1. Baskı, 2019.

 

Laputa Kitap ilgimi cezbetmeye devam ediyor. Sıradaki kitap farklı yazarlardan bir öykü derlemesi, üstelik Lovecraft’ın favorileriymiş bu öyküler. Önsöz ya da başka bir açıklama olmadığı için derlemenin net kaynağı Lovecraft’ın hangi yazısı ya da birebir söylediği bir şey mi bilmiyorum. Yani üstat bir yerlerde “Benim favori öykülerim şunlar şunlardır arkadaş” demiş mi yoksa birileri mi derlemiş kitabı belirsiz. Kitabın özgün adı verildiğine ve 3 çevirmen tarafından dilimize kazandırıldığına göre en azından bunu Laputa Yayınları’nın kendi kafasına göre yapmadığı ortada. Şimdi diyeceksiniz “Bu durumu neden merak ediyorsun?”; çünkü kitapta yer alan öyküler içerisinde Lovecraft’ın etkilendiğine, çok sevdiğine emin olduğum en az 3 yazardan öykü yok: Poe, Lord Dunsany ve Arthur Machen. Neyse, biz olan öyküleri tanıtalım.

13 yazarın hepsi 1800’lerde doğmuş. 1 Alman hariç hepsi Britanya ve Amerikalı. 6 tanesinin ismini ilk kez duydum ve ilk kez öykülerini okudum: John Buchan, Edward Lucas, Fiona Macleod, Hans Heinz Ewers, Francis Marion Crawford, Ralph Adams Cram. Geri kalanları bildiğim isimler: Rudyard Kipling, M.R. James, E. F. Benson, Fitz-James O’Brien, H. G. Wells, Nathaniel Hawthorne, Ambrose Bierce. İçlerinden 2 tanesinin öyküsünü daha önce okumuştum: Wells ve M. R. James’inkiler.

Öykülere genel baktığımızda dramatik olan bir tanesi hariç hepsi tekinsiz, doğaüstü olayların yaşandığı (ya da beklenmedik ve anlamlandırılamayan olay) korku öyküleri. Bazı öyküler yerel mitlere ve İncil’e göz kırparken bazılarında hayaletler, yaratıklar karşımıza çıkıyor. Lovecraft öykülerinde direkt izleklerini gözlemleyebildiğim temalar ise bilinmeyen-anlamlandırılamayan karşısında duyulan dehşet, doğanın karşısında insanın acizliği, tekinsiz ve ölüm saçan mekân-çevre olarak sıralanabilir. Bunun yanında body-horror ya da direkt hayalet öykülerini Lovecraft’ta gözlemlemiyorum, ancak etkilendiği değil de kendi okuyup sevdiği öyküler olarak da bakılabilir bunlara.

Daha önce yine öykü derlemesi kitaplarında okuyup tanıtımlarımda yazdığım iki öykü Wells’in “Korkunun Hayaleti” (The Gost of Fear) ve M. R. James’in “Kont Magnus” (Count Magnus)’u. Wells’in öyküsünü burada okurken anladım daha önce okumuş olduğumu, çünkü öykü “Kızıl Oda” (Red Room) adıyla da biliniyormuş ve ben bunu o isimle okumuştum daha önce. Yazar aslında bilim kurgunun öncülerindendir ama korku öyküleri de var, buradaki öyküsü gibi. Bir oteldeki hayaletli odada kalmaya cesaret eden anlatıcının korkunun kendisini bulmasıyla ilgili. Hayalet öykülerinin en büyük yazarlarından İngiliz M. R. James’in öyküsü ise İsveç’e giden bir ziyaretçinin gizemli ve kötücül bir karakter olan Kont Magnus’un korkunç tarihiyle yüzleşmesini konu alıyor.

Rudyard Kipling’den “Canavarın İşareti” (The Mark of the Beast), Hindistan’da geçiyor. Yerel inanışlarla dalga geçip saygısızlık eden İngilizlerin başına bir canavar üşüşecektir. İsveçli Black Metal grubu Lord Belial’in bu isimde bir şarkısı vardı, acaba bu öyküden mi alıntı bakmak lazım.

E. F. Benson’dan “Çok Uzaklara Giden Adam” (The Man Who Went Too Far) panteist bir öykü. Burada her şeyden uzaklaşıp kendini doğaya ve onun sırlarını çözmeye adayan karakter üzerinden inançsal anlamda bir panteizm işlenirken öykünün sonunda mitolojik Pan karakterinin vücut bulmasıyla doğa kişiselleştirilmiş ve insandan intikam alıyor. Müthiş bir dil ve doğa betimlemeleri var öyküde, hatta doğayı hissettirmeyi başarmada üst seviye bir iş çıkarmış yazar. Bu yazarı sevdiğim gotik-korku öykücüleri listesine aldım. Bir süre önce de 5 öyküden oluşan “Abdül Ali’nin Mezarında” isimli kitabını tanıtmıştım. Önceden de bir öyküsünü okumuştum. İyi yazıyor adam. Hep diyorum, müthiş kurguları olan yazarlar olabilir ama dil-üslup müthiş değilse çok eksik kalıyor benim için. Dil önemli. Bu derlemedeki yazarların bazılarında maalesef dil yeterli olmadığı için yalnızca korku öyküsü okumakla kalıyorsunuz. Leziz bir tat bırakmıyor geride.

Elbette iyi kurgular var. İrlanda doğumlu ABD’li yazar Fitz-James O’Brien (ne kadar da İrlandalı bir isim) “Elmas Lens” (The Diamond Lens) adlı öyküsünde daha önce benzerine rastlamadığım bir kurguyla karşımızda. Merceklere kafayı takıp doğanın en küçük ayrıntılarına ulaşmaya çalışan karakter sonunda bir su damlasının derinliklerinde bir peri kızı bulup ona âşık olur. Onu gözlemler sürekli. Bir su damlası ne kadar kalıcı olabilir ama? Trajik bir son… Bu yazarın daha önce çok beğendiğim bir vampir öyküsünü okumuştum, onu bir ara bulayım, hatırlayamadım neydi, hangi kitaptaydı.

Edward Lucas’tan “Lukundoo”, Afrika’da pigme bir ırkı arayan karakterlerin başına gelenleri anlatıyor. Bu minik insanlar, ki ancak böcek kadarlar, sebebi bulunamayan bedensel bir hastalıkta sonunda yaraların içinden çıkarlar. Beden korkusu (body-horror)un ilk örneklerinden olsa gerek. Bir de bedeni ele geçirme temasının.

Amrose Bierce, ABD’nin erken dönem korku yazarlarından. Kitaptaki öyküsü “Lanetli Şey” (The Damned Thing) ise kısa ama oldukça vurucu, müthiş bir tekinsiz öykü örneği. Kitaptaki öyküler içinde en fazla, Lovecraft’ın kendi öykülerindeki yapılarla paralellik gördüğüm öykü bu oldu. Bir kere öykünün adı, Lovecraft’ın “Eşikteki Şey” gibi birkaç öyküsünü anımsatıyor. İkincisi, bilinmeyen-adlandırılamayan bir güce, bir renge-sese maruz kalınıyor. Bu da hemen aklıma Lovecraft’ın “Uzaydan Düşen Renk” öyküsünü getirdi. Bu arada Bierce’in bu öyküsü “Masters of Horror” dizisinin de bir bölümüydü, Tobe Hooper tarafından yönetildi. İlginç bir bilgi de yazarın 72 yaşındayken ortadan kaybolduğu. Hiç iz bulunamamış.

Derlemedeki tek Alman yazar Hanns Heinz Ewers’ın öyküsü “Örümcek” (The Spider) de iyi bir korku öyküsü. Elbette okurken ben biraz zorlandım ama korkularımızın üzerine gitmek lazım değil mi? Bir otel odasında art arda 3 müşteri kendini pencereye asmış olarak bulunuyor. Bu tip kurgularda olduğu gibi cesur ve mantığına güvenen ana karakterimiz ise aynı odada kalan 4. kişi olmakta. Öykü de onun odada yaşadıklarını yazdığı günlükten oluşmakta… Ardında bıraktığı günlük… İnsanları pencereye gitmeye zorlayan ne acaba? Okuyun.

Evet yukarıdakiler nispeten beğendiklerim. Geri kalan 5 öyküden hızlıca bahsedeyim. John Buchan’ın “Kemeraltında Esen Rüzgâr” (The Wind in the Portico) öyküsü yine mekânsal, üstelik çok noktasal bir mekânsal korku öyküsü. Yine adlandırılamayan bir lanet söz konusu. İskoç yazar Fiona Macleod’un “Günah Bekçisi” (The-Sin Eater) öyküsü yerel bir ölüm mitiyle ilgili. Diğer ölüm temalı iki öyküden Francis Marion Crawford’un “Ölü Gülümseme”’si (The Dead Smile) ölümle, büyüyle ilgili. Cesetlerin yüzündeki kendine özgü gülümseme görüngüsü ilginç. Ralph Adams Cram’dan “Ölüm Vadisi” (The Dead Valley) ise İsveç açıklarında kaybolan denizcilerin ayak bastığı lanetli bir ada hakkında. Adadaki manzaralar ve atmosfer oldukça iyi betimlenmiş. Lovecraft, özellikle bunu sevmiştir diye düşünüyorum. Ölümün kokusunu alıyorsunuz.  Son olarak kitaptaki tek dramatik öykü, adından da anlaşıldığı üzere “Yalnız Adamın Günlüğünden Kesitler” (Fragments from the Journal of a Solitary Man). Aslında öykünün yazarı Nathaniel Hawthorne’u severim. Müthiş öykülerini hatırlıyorum. Bu ise onların gölgesinde kaldı.  Korku tarzına da girmiyor zaten, kitapta eğreti duruyor. Kendi tarzında değerlendirirsek düzgün bir öykü yine de. Kitabın sonunda da yazarlar hakkında kısa bilgiler var.

Sonuç olarak tekinsiz kurgular, korku-gerilim öyküleri sevenlerin buradaki öykülerin çoğunu seveceğini düşünüyorum. Özellikle bu tarzın ilk örnekleri oldukları düşünülürse daha da fazla değer vermek lazım.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER