KİTAP TANITIMLARIM 190-192. 


Ryunosuke Akutagawa:

 

“RAŞOMON”, Fol Y., 86 s., 1. Baskı, 2021.

 

“KAPPA”, Boğaziçi Üniversitesi Y., 77 s., 2. Baskı, 2015.

 

“RAŞOMON ve KAPPA”, Komik Şeyler Y., 87 s., 1. Baskı, 2022.

 

Bu tanıtımımda sizlere, Japon kısa öykünün babası olarak anılan Ryunosuke Akutagawa’dan ve elimdeki kitaplarından bahsedeceğim. Japonya’da her sene yazarlara verilen, alanın edebiyat dünyasında ilgi görmesini sağlayan Akutagawa Ödülü’ne de adını vermiş olan Ryunosuke (1892-1927), Tokyo’da yaşamış. Kısa hayatını ilaç içerek intiharla sonlandıran yazar, yalnızca 11 sene kadar yazmış ve 150 öykü sığdırmış bu kısa zamana. Elimde, 3 kitap bulunuyor. Ortak öyküler de barındıran bu kitaplardan Fol Yayınlarınınki 5, Komik Şeylerinki 4 ve Boğaziçi Yayınlarınınki tek hikâye içeriyor:

Fol Yayınları: “Ormanda”; “Raşomon”; “Ejderha”; “Ah Çorba Vah Çorba”; “Kesa ile Morito”

Komik Şeyler Yayıncılık: “Raşomon”; “Korulukta”; “Kappa”; “Örümcek İpliği”

Boğaziçi Üniversitesi Yayınları: “Kappa”

Komik Şeyler’in kitabı Boğaziçi’nin tek uzun öyküsü olan (70-80 sayfa) “Kappa”yı da içerdiğinden, iki kitabı edinirseniz (Fol ve Komik Şeyler), Boğaziçi’ninkini almanıza gerek yok. Bir de, “Ormanda” ve “Korulukta” aynı öykü.  Novella denilebilecek “Kappa” dışındaki öyküler 5-20 sayfa arası değişen, kısa hikâyeler. Ek olarak, Komik Şeyler’in kitabı birkaç iç çizim de içeriyor.

Akutagawa’nın öyküleri, Japon kültürü ve tarihinin dokusunu da barındıran, ancak modern duyarlılıkla yazılmış. Tür olarak masal-fantastik, kara mizah, hiciv, distopya ve dramın iç içe geçtiği; grotesk, sürrealizm, sembolizm unsurları barındıran öyküler olduğunu söyleyebilirim. Süslü bir dil yok; sade. Öykülerin çoğu olay odaklı olmasına rağmen durum odaklı olan da var. Hızlı akıyor olaylar. “Kappa”yı ayrı tutarsak genellikle mekân tek ya da sınırları dar, zaman ise kısa. “Kappa” tek kişiden birinci ağızdan, “Ormanda” ve “Kesa ile Morito” öyküdeki birden fazla karakterin konuşmalarından yine birinci ağızlardan; kalan öyküler ise üçüncü şahıstan aktarılıyor. 

“Kappa”dan başlamak istiyorum. Fantastik ve distopya tarzındaki bu novelladaki olaylar Japon mitolojisinden bir yaratık olan Kappaların ülkesine seyahat ettiğini iddia eden bir psikiyatri hastası tarafından anlatılıyor. Kappalar ortalama 1 metre boylarında ve 10-15 kilo ağırlıkta,  el ve ayakları perdeli, kafalarında oval diskler olan, karınları kanguru gibi keseli, bukalemun gibi ortama göre deri rengi değiştiren, kıyafet kullanmayan, hızlı hareket edebilen yaratıklar. Adını bilmediğimiz “23 Numaralı Hasta”, dağlarda yolunu kaybederek Kappaların diyarına düşmüş ve geçmişte orada yaşadıklarını anlatarak, insanların dünyasıyla kıyaslama yapmamızı sağlıyor, zira Kappa diyarındaki birçok şey bizim dünyamızdan farklı. Örneğin; doğacak çocukların dünyaya gelmek isteyip istemediklerini seçebilme bilincine ve şansına sahip olmaları! Hasta, birçok meslekten Kappa ile nasıl tanıştığını anlatıyor. İşçi, şair, filozof, polis vs. Bu dünyada yönetim, hukuk ve adalet anlayışı, sanat ve bilim, aşk ve seks farklı olmasına rağmen bizim dünyamızla bazı benzerlikleri de var. Ayrıca Kappalar bizim dünyamızı, sanatçı ve bilim adamlarını biliyorlar. Zaten ayrı bir gezegende değil, gizli bir yolla gidilen bu dünyada (Japonya) bir diyarda yaşıyorlar. İlginç karakterler ise; doktor Kappa Chack intihara meyilli şair Kappa Tock, filozof Kappa Mag.  Hasta 23, gerçek dünyaya döndüğünde, Kappaların insan toplumundan üstün olduğunu düşünür ve bir insan düşmanı haline gelir. Açıkça, sosyal bir alegori; bir ütopya/distopya denemesi olan “Kappa” birçok yönden H. G. Wells’in “Körler Ülkesi”ne benziyor (anlatıcının dağlardan gizli bir ülkeye düşmesi, oradaki birçok şeyin bizim dünyamızdan farklı olması, sosyal hiciv olması gibi). Ayrıca, akıl hastası bir anlatıcı tarafından anlatılması, Gogol’un “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile Lovecraft’ın birçok öyküsünü akla getiriyor. Hızlıca, keyifle okunuyor ve “yaşadığımız dünyada olan birçok şey başka türlü olsaydı daha iyi olmaz mıydı?” diye düşünmemizi sağlıyor. Belli ki Akutagawa da kişisel fantezilerini dâhil edip bunu düşünmüş. Belki de hepimizin kafasında bir ütopya yatıyor.

Fol Yayınları’nın kitabı, çevirmen Tarık Dursun K. tarafından yazılmış güzel bir Önsöz bölümü ile başlıyor. Çevirmen bu bölümde Japonya’nın genel bir tarihi ve yazarın yaşadığı zamandaki durumuyla ilgili bilgiler veriyor. Akabinde yazarın hayatından ve eserlerinden bahsediyor. İkinci öyküden başlayayım. “Raşomon”, eskiden harap olmuş Kyoto şehrinin güney kapısı olan ve bazen sahipsiz cesetlerin atıldığı, virane, grotesk bir yapının ya da küçük alanın ismi. Öykü, hizmetçilikten yeni kovulmuş evsiz-aç adamla yaşlı bir kadının Raşomon’daki karşılaşmalarını anlatıyor. Harika bir karanlık atmosferi, koyu bir tonu var. Karanlık estetizmine, dehşetine bayıldığım bir sahne de içeriyor. Bir eylemin, o eylemi yapmazsak açlıktan öleceğimiz temel alınarak etik olarak yanlış olmaktan çıkıp çıkmayacağı teması üzerine kurulu. Karakterlerin önceki ve sonraki hikâyelerini değil de hayatlarının çok kısa bir anında yaşadıklarını yansıttığı için bilinçli bir şekilde, olaylar yarım bırakılmış sayılır. Bu da bence güzel olmuş. Ünlü yönetmen Akira Kurosawa’nın 1950’de çektiği, sinema tarihinin önemli filmlerinden birisi olan ödüllü “Rashomon”, ismini ve bazı tema-materyallerini bu öyküden almış. Ancak filmin konusu Akutagawa’nın başka bir öyküsü olan “Ormanda”ya (ya da “Korulukta”) dayanıyor. Şimdi ondan bahsedelim.

“Ormanda”, tüm zamanların en iyi 10 Asya öyküsü/romanından birisi olarak gösteriliyormuş bir listede. Gizem, polisiyeye göz kırpan bu cinayet öyküsü, cesedi Kyoto yakınlarındaki bir bambu ormanında bulunan genç samuray Takehiro'nun şiddetli ölümüne odaklanıyor. Önceden gerçekleşmiş bu ölümün nasıl olduğu farklı tanıklıklar aracılığıyla aktarılıyor: önce yoldan geçenler, bir yardımcı polis ve bir akraba, ardından üç ana kahraman - samuray, karısı Masago ve haydut Tacomaru. Ancak çelişkili anlatılar nedeniyle gerçek gizli kalıyor. Sadece 1 kişi mi gerçeği söylüyor yoksa her biri olanları farklı mı görmüştür? Ölen samurayın kendisi de nasıl tanıklık etti diyorsanız öyküyü okuyun. Hikâyenin adı Japonya'da bir deyim haline gelmiş ve olaya karışan kişilerin farklı görüşleri veya ifadeleri nedeniyle gerçeğin gizli kaldığı bir durumu belirtmek için kullanılıyormuş. Sadeliğin içinden karmaşıklık çıkarması, gerçeğin ne olduğu, deneyimin öznelliği, olayların onu gören gözlere göre değişebilmesi (göreceli olması), insanın kendisini ve başkalarını koruma içgüdüsü gibi özellikleri, temaları öyküyü güçlü kılıyor. Gerçeğin farklı düzeyleri olduğu vurgulanıyor.  Farklı gözlemcilerin algıları, önyargıları ve psiko-sosyal yapılarıyla şekillenen, nihayetinde gözlemcilerin kendileri hakkında gözlemledikleri şeyden daha fazlasını açığa çıkaran, parçalanmış ve görünüşte uzlaştırılamaz gözlemlerin minik bir koleksiyonu…

“Ejderha”, eski bir Japon masalına dayanan bir öykü. İnsan psikolojisi ve dinin doğasına dair alegorik bir gönderme. Yazarın birçok öyküsü gibi antik Japon ortamlarıyla modern edebi yapıların bir karışımı. Hikâye, bir keşiş tarafından yapılan bir şaka etrafında dönüyor. Keşiş, bir göletin yanına, belirli bir tarih ve saat vererek, o göletten ejderha yükseleceğini yazan isimsiz bir tabela dikiyor. Şakanın yalnızca yakın çevresindekileri etkilemesini amaçlasa da, olay birçok nüfuzlu lort dâhil olmak üzere kilometrelerce öteden çok fazla kişiyi kendine çekiyor. Keşiş hem onların cehaletleriyle alay eder, hem de katılıma hayret ederken, sayısız kalabalık gölü sadakatle izliyor. Sonunda ne oluyor derseniz öyküye buyurun.  Dinin kitlesel histeriden başka bir şey olmadığı teması üzerine kurulmuş öyküde ejderha, dinin bir metaforu. Budizm’e imalar var.

“Ah Çorba Vah Çorba!”, bin yıl önceki Japonya’da geçiyor. Ana karakteri, bir saray hizmetinde olan düşük rütbeli, herkesin dalga geçip ezdiği samuray, Goi. Aslında isimden ziyade bir rütbe, bizdeki er gibi. Goi'nin hayatında tek bir arzusu var: patates çorbası. Arzusuna ulaşıyor mu, ulaştığı zaman azla yetiniyor mu, yoksa sınırlarını merak ederek daha fazlasına mı ulaşıyor? İnsanı ayakta tutan şey gerçekleşmemiş isteklere olan arzu mu, onlar gerçekleştiğinde hissedilen sevgi mi, yoksa elde edilip kaybedildiğinde duyulan özlem mi? Bunların cevabı öyküde. Arzu, çirkinlik, yoksulluk temalarını sayabiliriz. Karakterler arasındaki sosyoekonomik farklılıklar belirgin. Yazar yine yerel, tarihi bir doku ve atmosfer kullanarak sosyal mesajlar veriyor, bunun yanında psikolojik olarak güçlü alt metinler oluşturuyor. Masalsı, dramatik, alegorik bir öykü. “Ejderha” ile birlikte bu hikâye, yazarın eğlenceli tonunu yansıtıyor. Diğer öyküleri ise karanlık tonda. Yin ile Yang gibi adeta.

“Kesa ile Morito”,  teatral bir şablonda yazılmış, 2 kısa bölüm halinde, öyküye adını veren karakterlerin sırasıyla monologlarından oluşuyor. Yine, eski bir Japon anlatısının modernist bir yaklaşımla değiştirilmiş haliymiş öykü. Kesa, evli bir kadın ve Morito da sevgilisi. Morito, gece vakti, Kesa’nın evinin hemen dışında birlikte yaptıkları korkunç planı uygulamak üzere hazırdır. İşte bu anda, iki karakterin fikir ve kararlarını yansıtıyor bu, durum öyküsü.  Gece, hem özel düşünceler için bir sığınak hem de karakterlerin beklentilerini tam olarak gerçekleştirdikleri muğlak bir kâbus gibi işliyor. Karakterlerin her ikisi de rasyonel düşünce yeteneğine sahip olmalarına rağmen bariz mantıksal kusurlarından kaçamıyorlar. Son kaçınılmaz hale geliyor. Öykü, ahlaki iç çatışmanın trajik sonuçlarına ve aşk duygusunun eylemde sınır tanımazlığına vurgu yapıyor.

Geriye, Komik Şeyler’in kitabındaki son öykü olan “Örümcek İpliği” kaldı. Birkaç sayfalık bu kısa masal, öbür dünyada cennet-cehennemde geçiyor. Bu hikâye, Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanında bir yerlerde geçen bir masalın (Soğan masalı), içine Buda eklenip değiştirilerek yeniden yazılmış bir versiyonu. Burada soğan yerine örümcek var. Hayatında hep kötülük yapmış birinin yaptığı tek bir iyilik aracılığıyla cehennemden cennete yükselme şansı bulması ve bencillik, hırsına yenilerek bu şansı kaybetmesi anlatılıyor. Didaktik bir öykü.

Sonuç olarak, Dünya Edebiyatı’nda farklı tatlar arayanlar ve özellikle öykü tutkunları için Akutagawa’yı öneririm. Hele ki, tekinsiz atmosferde olanlarını: Ormanda, Raşomon, Kesa ile Morito”. Distopya severlere de “Kappa”.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER