KİTAP TANITIMLARIM 90.

“POST-MORTEM”- Albert Caraco, Sel Y., 117 s., 1. Baskı, 2020.


“Muhterem valide öldü, bir süredir onu unutmuştum, belleğimde yeniden canlanmasını onun sonuna borçluyum, tekrar unutulup gitmeden önce birkaç saatliğine dahi olsa onu düşünelim. Onu seviyor muyum diye kendime sorduğumda hayır cevabını vermek zorundayım, beni iğdiş etmekle suçluyorum onu… Üstelik beni bu dünyaya o getirdi ve ben bu dünyadan nefret etmeyi kendime iş edindim.”

 

Bu acımasız fakat dürüstlüğünden şüpheye düşmeyeceğimiz keskin giriş cümleleriyle başlıyor kitap. Caraco’nun daha önce “Kaos’un Kutsal Kitabı”nı tanıtmıştım. Bu da dilimizdeki diğer kitabı. En çok bu iki kitabıyla tanınan Caraco, 1919 İstanbul doğumlu. Türk-Yahudi kökenli, Fransız asıllı ama Uruguay vatandaşı. Tahmin edilebileceği gibi, Fransa’dan Uruguay’a Nazi tehdidinden dolayı ailecek kaçmışlar. Savaştan sonra Paris’e geri dönmüşler. Caraco’nun hayatıyla ilgili en vurucu detay ise, intihar etmeyi yalnızca ailesi üzülmesin diye erteleyip, annesinin 2 yıl ardından babasının öldüğü andan birkaç saat sonra bunu gerçekleştirerek yaşamına son vermesi. Bu kitabı da 1969 yılında annesinin ölümünün ardından yazmış.

Kitap dilimizde daha önce farklı bir yayınevinden yayımlanmıştı. Elimdeki, Sel Yayınları tarafından yapılan ilk baskı. Her ne kadar 117 sayfa olsa da sayfa başına tek paragraftan oluşuyor kitap. Dolayısıyla düz bir metin olsa 40 sayfa civarında olurdu. Orijinali de mi böyle yoksa yayınevi mi böyle basmış bilmiyorum. Aforizmalar şeklinde mi ilerliyor diye düşündürtüyor ilk bakışta ancak okurken birbirinin devamı paragraflar olduğunu anlıyorsunuz.

Yazar, okuduğum en kötümser, en ölüm-arzulayan, yaşamdan nefret eden, en acımasız kalemlerden birisi. Tam bir canlılık soykırımı tellalı. Cioran’a benzetiliyor. Schopenhauer-Nietzsche’den geçip Sartre-Camus egzistansiyalizmi ve Cioran nihilizmiyle ortak paydalar bulmak çok kolay. Ancak Caraco, okuduğum eserleri kadarıyla bir felsefe sistemi geliştirmek yerine doğrudan nefret kusan denemelere imza atıyor. Cioran, belki de en çok benzetebileceğimiz isim. Burada da Cioran şairane-edebi diliyle oluşturduğu estetik aforizmalarıyla farklılaşıyor Caraco’dan. Caraco, surata inen bir yumruk. Sizi uçurumun kenarına götürüp aşağı atıyor…

Annesinin ölümünün hemen ardından yazmış bu kitabı. Zaten burada anlattıklarının özü annesi. Uzun süre acı çekerek yavaş yavaş onu ölüme sürükleyen akciğer kanseri, yazarın çocukluğu ve yetişkinliğinde annesiyle yaşadıkları, ona karşı hisleri, annesinin onun üzerindeki etkisi sivri ve acımasız bir dille anlatılıyor. Caraco, duygusuzluğundan, hayata karşı kayıtsızlığından bahsediyor. Hiçbir yaşama sevinci, ona tutunacak hiçbir amacı yok. Çoktan kararını vermiş yani ölmek için. Ancak ailesiyle arasındaki bağlar çarpıcı. Onları üzmemek için intiharı ertelemesi yine de tamamen duygusuz olmadığını gösteriyor. Psikanalitik olarak altını kazırsak kitabın, oldukça önemli yorumlar yapabiliriz. Zira özellikle annesinin, yazarın kişiliğinin oluşmasında önemli rol aldığı görülüyor. Caraco, aseksüel. Evlenmemiş. Giriş paragrafında yazdığı gibi annesini kendisini iğdiş etmekle (kastrasyon) suçluyor. Bu psikolojik iğdiş, doğuran ve hadım eden Ezeli Anne figürü, tüm hayatına yansımış olmalı. Annesi, kendisinin bu tek oğlunun tek sevdiği kadın olmayı istemiş olmalı. Yüzündeki kusurları gösterip daha sonra makyajla kendini güzelleştirip, kadınların ne kadar sahte olduklarını, onlara kanmaması gerektiğini empoze etmiş Caraco’ya. Kitapta zaten kadınlara karşı da birçok olumsuz cümle kuruyor yazar. Ancak bunun bir cinsiyet ayrımı değil de kastrasyon tabanlı olduğunu tekrar belirteyim. Diğer cinsel kimliklerden insanlara da bir ilgisi yok. Hayatının ilk 20 yılına ait pek anısı olmadığını söylüyor Caraco. Buradan belki de asıl her şeyin o dönemde oluştuğunu ancak Caraco’nun bunları bastırıp bilinçdışına ittiğini söyleyebiliriz. Özellikle Oidipus Kompleksi’nden problemli çıkmış olmalı. Üstelik annesi, kendisini sevdirmeyi de başaramamış aslında. Onu da sevmiyor Caraco. Bu dünyaya, bu her saniyesi anlamsız yaşama o getirdiği için onu… Dünyaya gelmek isteyip istemediği sorulmadığı için… (Böyle bir şans yok elbet.)

Annesinin hastalığını, çektiği acıları okumak oldukça moral bozucu. Çok acı çekmiş ölene kadar. Aslında uzun süre inanmamış da öleceğine. Doktorlara inanmış. 3 tane doktorun beceriksizliğinden bahsediyor Caraco. Hastalığının başlangıcından ölümüne kadar detayları anlatıyor yazar. Yaşamayı severmiş annesi. Başka diğer detayları da kitapta bulabilirsiniz. Annesi dışında Yahudilikten de bahsediyor, o kökenlerden de nefret ediyor Caraco. Aslında bir taraftan duygusuz olduğunu söylerken bir taraftan da her şeyden nefret ediyor. Ölümü seviyor o sadece. Annesinin ölmekle iyi ettiğini düşünüyor. Babasından çok az bahsediyor kitapta. Annesi öldükten 2 yıl sonra da o ölmüş. Ayrıca, tanrıya da inanmıyor Caraco, o inanca da nefret kusuyor. Dünyaya dair tek bir olumlu gözlemi ve görüşü yok.

 Huzursuz okumalar diliyorum okumak isteyenlere. Bir anti-ağıt bu kitap. Annenin tensel ve tinsel köklerine, var oluş ve yok oluşa dair… Çocuk yapmaya karar vermeden şunu da düşünmeli: Ya bir Caraco var edersek bizler de?

 

“Ben ne acıyı ne hazzı seviyorum, kadın dünyası beni cezbetmediği gibi ikna edici de gelmiyor. Annemin içindeki kadın beni asla çekmiyor, benim derinliklerim soğuk, tasasız. Arzudan ve endişeden nefret ediyorum, Muhterem Valide de benim bu meziyetlerime hayran olmuyor değildi, benim özgürlüğümün kaynağını burada görüyordu. Ölümü beni uzun süre sarsmayacak, çünkü artık hiçbir şey beni etkilemiyor, Muhterem Valide de benim kaygılarımın kalıntılarını yanında götürüyor, onun sonu beni özgürleştiriyor…”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER