KİTAP TANITIMLARIM 149.

“KARANLIK YAZILAR” – Mary Shelley, İthaki Y., 125 s., 1. Baskı, 2020.

 

“Dünya bir lahit, gökyüzü bir yeraltı mezarı, biz ise yürüyen ölüleriz…”

 

İthaki Yayınları’nın “Karanlık Kitaplık” serisine devam ediyorum, sonraki tanıtımlarımda da bir süre devam edeceğim gibi görünüyor. Seride ilgimi çeken kitaplar yayımlanıyor. Bir kısmı önceden aynı yayınevinden bu seri henüz yokken eski basımlarıyla veya başka yayınevlerinden elimde mevcuttu. O yüzden hepsini edinmedim, elimde olmayanlardan aldım. Özellikle klasik korku yazarlarını tercih ettim elbette. Bazıları ilgimi çekmediği için edinmedim. Serinin kapak tasarımları da çok güzel. Siyah bir zemin üzerine farklı, genelde koyu renklerle, adı gibi karanlığı yansıtan tasarımlar yapılmış. Gelelim kitaba.

“Frankenstein” başyapıtını yaratan Shelley’nin daha önce de bazı kitaplarda birkaç öyküsünü ve bu seriden yayımlanan melankolik novella “Mathilda”yı tanıtmıştım. Bu kitapta yazarın 5 öyküsü ve 2 denemesi bir araya getirilmiş İthaki tarafından. Adına da “Karanlık Yazılar” denmiş. 1 öykü ile 1 deneme bağlantılı… Kitaptaki öykülerden 2 tanesini önceden okumuş ve tanıtmıştım. Bunlar “Dönüşüm” ve “Kem Gözlü”. Kitaptaki diğer öyküler ise “Ölümlü Ölümsüz”, “Valerius – Dirilen Romalı” ve “Rüya”… Denemeler ise “Roger Dodsworth – Dirilen İngiliz” ve “Hayaletler Üzerine” isimlerini taşıyor. Kitapta ayrıca girişte, Shelley’in yaşamına ve eserlerine dair kronolojik bir liste ve sonda da Charlotte Sussmann tarafından yazar hakkında yazılmış kısa bir sonsöz bulunuyor.

“Dönüşüm”de, genç ve yakışıklı ama fakir başkarakter, sevdiği kadınla yaşlı ve zengin bir adam evleneceği için intihar etmek üzere kendini atmak için bir deniz kenarına geldiği sırada şahit olduğu bir kazadan doğaüstü güçlerle çıkan ve ağzında “yüce iblis” ifadesi olan çirkin bir cüceye hikâyesini anlatır ve cüce ona zenginlik teklif eder. Altınlar karşılığında ondan yakışıklılık ve gençliğini bir süreliğine alacaktır sadece. Ve o sürede cücenin kadını baştan çıkarması için yeter… Adamımızın elinde ise maddi zenginlik ama sağlıksız bir beden ve yalnızlık kalmıştır yine. Elimizde olan yetenekleri, cesareti ve sevgiyi kullanmak için hamleyi yapacak, eylemlerimizi yönlendirmek için dümeni ele alacak kişinin kendimiz olduğunun altını çiziyor Shelley. Henüz bir önceki tanıtımımda bahsettiğim “Kem Gözlü” ise Yunanistan coğrafyasında geçen, Conan benzeri bir savaşçı olan Kem Göz’ün maceralarını anlatan bir hikâye.

Kitaptaki en beğendiğim öykü olan açılıştaki “Ölümlü Ölümsüz” Shelley’nin zihnini sık kurcaladığını düşündüğüm ölümsüzlük teması üzerine inşa edilmiş. Frankenstein romanının da çıkış noktalarından birisiydi bu. “Bu benim için anılmaya değer bir yıldönümü, çünkü bu tarihte üç yüz yirmi üçüncü yaşımı dolduruyorum” cümlesiyle başlıyor. Bu güzel girişten sonra birinci ağızdan, o yaşa kadar ölmemiş karakterin ağzından geçmişten itibaren yaşananlar aktarılıyor. Ölümsüzlük iksiri gibi meşhur bir nesne karşımıza çıkıyor öyküde. Tıpkı vampir anlatılarında olduğu gibi ölümsüz olmak ya da çok uzun yaşamanın, insanların başlangıçta göz önünde bulundurmadığı olumsuz yönlerini görüyoruz öyküde. Girişteki alıntıda da görülebileceği gibi, Shelley hayatın geçiciliği, insanın ölümlülüğü üzerine yoğun düşünen bir yazar olsa gerek. Bu durum eserlerine de yansıyor. Doğduğumuz andan itibaren ölmeye başladığımızın farkındaydı o. Bu yüzden ölümsüzlük fikri ona hep cazip gelmiş olmalı. İyi bir fikrin başlangıç noktasını temsil ettiği hikâye yine de daha iyi işlenebilirdi dedim, bitirdiğim zaman.

Ölümsüzlük fikrinden sonra yazarın değindiği temalardan birisi de kimlik. Biz kimiz, kendi başımıza bir kimliğimiz var mı yoksa dil, millet, yaşadığımız çağ-coğrafya gibi birçok parametrenin bir arada oluşturduğu bir yapı mı kimliğimiz? “Dönüşüm”de de karakterin dönüşümü, kimlik değiştirmesi işlenmesine rağmen asıl bu tema birbiriyle bağlantılı deneme “Dirilen İngiliz” ve öykü olan “Dirilen Romalı” ile işleniyor. Bunlar alt başlıklarıydı. Dirilen şahısların isimleri olan üst başlıklardan deneme “Roger Dodsworth”, 1826 yılında bir Fransız gazetesinde çıkan bir haber üzerine yazılmış. Söz konusu şahıs, güya birkaç yüz yıl sonra çığın altından çıkartılıp hayata döndürülüyor. Daha sonra yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen Shelley denemesinde bu İngiliz’in uyandığı çağ ile yaşadığı çağ arasındaki farkları görüp neler yaşamış, düşünmüş olabileceği üzerine kafa yoruyor. Biraz tarih ve siyaset bilgilerine de ihtiyaç duyduğumuz denemenin uzantısı olan “Valerius” adlı öyküde ise bu dirilen şahsı Romalı bir şövalye olarak değiştiriyor. Valerius’un dirildiği çağda Roma İmparatorluğu yok olmuştur. Oysa o yaşarken çok güçlü olan imparatorluğun dünyayı ele geçireceğini düşünmektedir. Uyandığı çağda o hiç kimsedir. Onu kendisi yapan hiçbir şey ortada kalmamıştır. Biyolojik olarak hayatta olsa bile kimlik olarak ölmüştür. Arkadaşı ona daha iyi hissettirmek için eski roma tapınaklarına götürmesine rağmen o yapıların bile çürüyüp dökülmeye yüz tuttuğunu gören Valerius büyük bir acı yaşamaktadır. Shelley’nin öykülerinde de geçen “Yedi Uyurlar” efsanesinden tutun da Washington Irving’in “Rip Van Vinkle”ına kadar karşımıza sık çıkan uzun süre uykudan sonra uyanıp afallama temasının hoş bir örneği olmuş öykü. Aslında yaşamın, dünyamızın da değişim-dönüşüm yönüne vurgu yapılıyor. Herak Leitos çok haklıydı değil mi? Aynı nehirde iki kez yıkanılmıyor… Her şey değişiyor, dönüşüyor…

“Hayaletler Üzerine” adlı denemesinde de yazar doğaüstünün kurgusu ve gerçekliği üzerine fikirlerini beyan ediyor. Birçok doğaüstü kurgu yazarı gibi Shelley’nin de bu konulara gerçekten inanmadığını anlıyoruz. İnsanlık tarihi ve edebiyat tarihine de değinen anlatısına birkaç kısa öykücük de sıkıştırıyor. Yazarın öykülerinde de aralara serpiştirdiği edebi göndermeler, şiir-tiyatro ve diğer edebiyat eserlerinden alıntılar yazılarını zenginleştiriyor zaten. İngiliz romantiklerinden biri olan Shelley, aynı akımın diğer isimlerini, örneğin Lord Byron gibilerini de alıntılıyor. Denemenin ana fikrine dönersek Shelley, hayaletlere inandığını çünkü onları gördüğünü söyleyen kişilerin gördüklerinin duyulara hitap edip zihinleri yanıltan hayali tayflar olduğunu savunuyor. Bir İngiliz romantiğinden beklenmeyecek kadar materyalist gibi görünüyor. Ancak “hayal gücünün imparatorluğunda” yaşamaktadır o da yazılarında. Poe gibi…

Son öykü “Rüya” ise gotiğin romantik yönünü ön olana çıkaran, soyluların aşkını işleyen bir yapıda. Vazife mi aşk mı sorusuna cevap aranan bir rüyaya buyurun… Sonsöz’de birkaç sayfada Shelley hakkında kısa bir inceleme yapılıyor ve kitap sona eriyor. Bu bölümün yazarı Charlotte Sussman da Shelley’nin öykülerinde işlediği bireysel kimliğin kırılganlığından bahsediyor. Daha sonra özellikle, kişilik değişiminin işlendiği “Dönüşüm” üzerinde duruyor.

Mary Shelley benim için diğer işlerinde başyapıtı “Frankeinstein”dan uzak kalsa da klasik gotik-romantik, korku fanı okuyucular kitabı ilgiyle okuyacaklardır diye düşünüyorum.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

“Ölüm! Zayıf insanlığın gizemli, tekinsiz arkadaşı! Neden bunca ölümlü varken beni sığınağından kovdun? Ah, mezarın huzuru! Sert kabrin derin sessizliği! Orada artık beynimden düşünceler geçmez, kalbim artık yeni hüzün biçimleriyle başkalaşan duygularla atmaz.” 

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER