KİTAP TANITIMLARIM 95.

“SPINOZA’NIN TAO’SU”- Moris Fransez, Kabalcı Y., 367 s., 1. Basım, 2012.

 

“Lao Tse ve Buda gibi, yolunun doruğa ulaştığını söyleyen, sayısız büyük Ustadan bir tanesi de ‘Kutlu’ (Baruh) Spinoza’dır. Bunlardan hepsi de doruğu aynı biçimde betimlediklerine göre, hepsinin de doruk hakkında bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor. Ama bütün bunlardan sadece bir tanesinin bilgisinin kulaktan dolma olmadığından kesinlikle emin olabiliriz, o da yolunun doğru yol olduğunu, aklın yöntemleri ile bize tanıtlamak zahmetine katlanmış olan, Baruh Spinoza’dır.”

 

Kitaplar birbirinin kapısını açıyor. Ursula’yı anlamak için Taoizm okuyayım derken buralara geldim. Uzayıp giden okunacak kitaplar listeme yetişmem zor görünüyor. Öldüğümde kim bilir kaç tanesi okunmadan kalacak…

Kitabın orijinal ismini bulmaya çalışıyordum. Çevirmen de yazmıyordu üstelik kitapta. Meğer yazar yerliymiş, dilimizde yazmış kitabı. Aikido hocası ve tüccarmış üstelik. Yahudi yazar, Şalom adlı gazetede de yazıyor. Uzakdoğu felsefesiyle Spinoza’yı ortak bir zemin üzerinde görmesinin kaynağı dövüş sanatına olan ilgisi olsa gerek. Kitabın ismine bakınca bütün içeriğin Spinoza’nın felsefesi ile Taoizm arasındaki bağlantı ile ilgili olduğunu düşünmüştüm. Ancak, bu bağlantı kitabın çıkış noktasını ve çok küçük bir bölümünü oluşturuyor. Kitap geniş kapsamlı bir Spinoza ve özellikle onun başyapıtı Ethica (kitapta “Etik” diye geçiyor) irdelemesi. Bu kitabı okuyan felsefe hocaları, doktora öğrencilerine yazarın Spinoza’yı anlatmasını istemişler. Yazar şöyle diyor bir gazete röportajında: “Ben iktisat okudum, kendi işimi kurdum. Yıllar sonra konfeksiyon işindeyken bir müşteriye don satarken hocam geldi aklıma. O zaman ‘İleride bir kitap yazacağım. Kitabın adı da Don Tüccarı Gözüyle Kant, Hegel, Marx olacak ve hocama ithaf edeceğim’ dedim.  Herhangi bir işle uğraşmak felsefe için engel teşkil etmez çünkü felsefe başka bir şeydir. Hayata da don tüccarı mı iyi bakar, felsefe profesörü mü daha iyi bakar? O tam net değil.”

Başlangıçta yazar bu kitabı neden yazdığından söz ediyor. Genel anlamda felsefeden, filozof ve felsefeci arasındaki farklardan dem vuruyor. Daha sonra Spinoza öncesindeki birkaç yüzyılı özetleyerek, Spinoza’yı hazırlayan nedenlerin anlatıldığı bölüm geliyor. Akabinde Spinoza ve ailesinin hayatı anlatılıyor. Sefarad Yahudi’si olan Spinoza ve ailesi, İspanya topraklarından kovulduktan sonra Hollanda’ya yerleşir. Spinoza, Aydınlanma Felsefesinde Descartes’ın ardından gelen önemli Kıta Kartezyenlerindendir. Dolayısıyla Descartes felsefesi de tanıtılıyor kitapta. Spinoza’nın düşüncelerinin temelleri, oluşumu, ilk yazıları anlatılıyor. Yahudi cemaatinden dışlanması detaylı işleniyor. Aforoz edildiği gün, aforoz metni kitapta yer alıyor. Zaten Hristiyanlar tarafından dışlanan Yahudi topluluğundan da dışlanan Spinoza, tarihin en yalnız filozoflarından birisi. Düşünceleri sapkın ve dine hakaret olarak görülüyor, özür dilerse affedileceği söyleniyor. Çünkü alçakgönüllü, dostane, giyimine ve sosyalliğine önem veren kibar bir beyefendi Spinoza. İnsanların onun kişiliğinden nefret etmesi oldukça zor. Ancak, söylemlerinden geri adım atmıyor Spinoza. Bu hareketiyle de bütün dünya üstüne de gelse kendi doğrularından vazgeçmeyen ideal bir tavrın saygı duyulacak bir örneğini sergiliyor aslında.  Hakaret içeren mektuplar bile alıyor içinde yaşadığı çevredeki bazı düşünürlerden. Spinoza’nın bu dışlanmasının nedeni tanrı konusundaki fikirleri.

Başlangıçta Antik Yunan’da mitolojinin etkisinden kurtulup yalnızca insan aklıyla doğanın anlaşılabileceği amacıyla yola çıkan felsefe, Platon-Aristoteles sonrasında tekrar dinin etkisi altına girmiş, Orta çağ boyunca ise bu durumun zirvesini yaşamıştır. Bu çağda batıda kilise azizlerinin öğretisi olmaktan ileriye gidememişti. Ta ki Aydınlanma Felsefesi ve Descartes ile tekrar insanın kendi düşüncesine dönene kadar. Ne var ki Descartes da kendi düşünceleriyle ilahi dinlerin anlattığı bir tanrıya ulaşmıştır. Spinoza, kendisini hep Yahudi olarak görmesine rağmen Tevrat’ın şifreli bir kitap olduğuna inanıyor ve evrenin dışında ayrık, transandantal bir tanrı anlayışını benimsemiyordu. Tam tersine o, tanrı ile evrenin bir olduğunu, tanrının evrenin başlangıcı, kendinden zorunlu olarak evrendeki her şeyi üreten töz olduğunu söylüyordu. Kimileri onu bu görüşleriyle Ateist olarak adlandırdı, ki dinlerin tanrısına inanmaması bu tanıma uyuyordu. Kimileri ise dinlerden bile daha tanrıcı adlandırdı, ki her şey tanrının bir parçasıdır görüşü bu tanıma da uyuyordu. Ancak, en çok yapılan adlandırılma sanıyorum ki Panteizm idi. Doğa ve tanrıyı bir tutması. Spinoza aslında “Töz” dediği bu kavramı belki de tanrı olarak adlandırmasaydı, onun bir ateist olduğunu daha iyi gerekçelendirmiş olurduk. Her ne olursa olsun o, felsefe tarihinde önemli bir farklılık yaratmıştır. Ancak, Spinoza’nın yarattığı esas fark yalnızca Tanrı düşüncesi değildi. “Ethica”nın yazılışı ve amacına değinerek bunu açıklayalım, kitapta olduğu gibi.

Spinoza’nın “Ethica” dışında da birkaç kitabı var. Bunlardan da bahsediliyor. Ancak esas başyapıtı “Ethica”dır. Fransez’in kitabının yarısı da “Ethica” ile ilgili. Bazı kitapları direkt raftan alıp okumakla onları anlayamayız. “Ethica” da bunlardan birisi. Yazılmış zor felsefi kitaplardan birisidir. Öncelikle felsefenin ne olduğu hakkında, felsefeye giriş yapacak kitaplar okumalıyız. Akabinde felsefe disiplinlerini (etik, epistemoloji, metafizik vs.) okuyup bilmeli bir de üstüne felsefe tarihi kitapları okumalıyız ki “Ethica”yı anlamak için bir altyapı oluşturalım. Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik” ve Spinoza’nın etkilendiği Yahudi filozof Musa Bin Meymun’u da bilsek çok iyi olur. Şimdi gelelim “Ethica”ya o halde.

Moris Fransez, “Ethica”yı anlamak için hayatının önemli bir bölümünü harcamış ve bu kitapta bize ayrıntılı anlatıyor. Benim burada detaylarını anlatmam kolay değil, sadece en temel değerlendirmeyi yapıp özet geçeceğim. Spinoza’nın o kitabı yazmaktaki temel amacı şu soruya cevap vermekti: “Nasıl daha iyi, daha mutlu yaşarım?”. İmdi, Descartes bilgiyi, şüphe götürmeyecek kesin bilgiyi ararken Spinoza ise mutluluğu, iyi yaşamı arıyordu. Zaten etik üzerine bir kitap olması da buradan geliyor “Ethica”nın. Ne var ki ben bu kitabı alıp okuyayım da mutlu olayım diye kitabı elimize aldığımızda birkaç sayfa sonra yorulup sıkılmamız çok olası. Zira Spinoza “Ethica”yı bir kişisel gelişim jargonunda bizim duygularımıza seslenerek değil, aksine geometrik yöntemle çok soğuk bir biçemle yazmış durumda. Tamamen tanım-aksiyom-önerme-tanıt gibi bilimsel bir yöntem izleyen kitabın neden bu yöntemle yazıldığının ayrıntısını bize anlatıyor Fransez. “Ethica”nın bölümlerini tek tek anlatıyor. Aslında doğu felsefeleri ve mistisizmiyle bağlantısı, mutluluk ve daha iyi hayat arayışından geliyor. Ancak, onlar daha mistik iken Spinoza daha bilimsel bir tavır sergiliyor. Zaten Spinoza’nın ölümünden sonra kütüphanesi incelendiğinde içinde doğu felsefesiyle ilgili herhangi bir kitap bulunmuyormuş. Yine de Spinoza’nın bence esas etkisi ve öncülüğü töz-tanrı meselesi değil. Zira, bu doğa-tanrı anlayışı çok eski felsefelerde de mevcut. Spinoza, tümdengelim yaptığı için aslında “Ethica”ya tözden (tanrıdan) başlıyor. Yoksa etik üzerine bir kitabın metafizik-teolojik bir konudan başlaması ilginç olurdu. Her şey kendini zorunlu olarak üreten başlangıçtaki tözün bir parçası olduğu için zincirleme olarak, her şeyin bir nedeni olarak insana ve insan ruhuna kadar geliyor. Düşünce zincirlerinin birbirini sonsuzca takibi de diyebiliriz.  Dolayısıyla Spinoza’nın esas etkisi “Ethica”nın ileri bölümlerinde tüm duyguları tek tek ele alması ve açımlaması. Ancak, determinist olan filozof bu duyguları anlasak bile onları yaşamaktan kurtulamayacağımızı, yalnızca onları anlayarak daha iyi kontrol edebileceğimizi belirtiyor. Spinoza’nın psikoloji-psikanalizin temelini attığını söyleyebiliriz bu durumda, ki tarihler daha 1600’leri gösteriyor. Evrenselden insansala ve duygulara geçtikten sonra Spinoza’nın irdelediği duygular şöyle: Hoşlanma, neşe, acı, melankoli, sevgi, nefret, sempati-antipati, çelişkili duygular ve zihinsel kararsızlık, umut, endişe, güven, umutsuzluk, ferahlama, hayal kırıklığı, acıma, takdir, sevinme, haksızlığa isyan, haset, kibir, gözünde büyütme, küçümseme, iyilikseverlik, rekabet, hırs, övgü, yergi, gurur, utanç, pişmanlık, kıskançlık, iyi, kötü, korku, haya, dehşet, öfke, öç, minnet, acımasızlık, hayret, hürmet, yılgı, batıl inançlar vs. Görüldüğü gibi Spinoza tüm duyguları tek tek ele alıyor.

“Ethica”nın ayrıntılı irdelenmesinin ardından Spinoza’nın etkileri inceleniyor kitapta. Freud, Marx ve Einstein gibi üç dev isim üzerindeki etkisi ayrı ayrı ele alınıyor. Özellikle Freud bölümü daha çok ilgimi çekti. Çünkü psikanalizin kurucusunun yüzyıllar öncesinde Spinoza’nın duyguları açımlamasından etkilendiği ortada. Lacan’ın gençken odasının duvarına neden Spinoza posteri astığını da kavramış oldum böylece. Kitap, son olarak Spinoza’nın daha ileride olası etkilerinden de söz edip sona eriyor.

Kitapla ilgili bir eleştirim var, o da dilbilgisi konusunda. Kitap boyunca, sessiz harfle biten kelimelerden sonra gelen “-de, -da” bağlaçları “-te, -ta” olarak yazılmış. “Gidip de” yerine “gidip te” gibi. Kabalcı gibi bir yayınevine yakışmamış bu.

Sonuç olarak felsefe konusunda biraz altyapısı olan ve Spinoza’yı merak edenler için bir başucu eser.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

Son sözü, önerdiği yolun çok zor ama o kadar da zorunlu olduğunun farkında olan Spinoza Ustaya bırakalım:

“Burada, zihnin etkilenmeleri üzerindeki erki ve zihin özgürlüğü üzerine ileri sürmek istediklerimi bitirmiş oluyorum. Bunlardan, bilge insanın sadece libidosunun güdümünde hareket eden cahile kıyasla ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkmaktadır. Cahil insan, dışsal nedenler tarafından çok biçimde huzursuz kılınıp, gerçek zihinsel hoşnutluğa hiçbir zaman sahip olamadığı gibi, kendisi Tanrı ve dünya şeylerinden nerdeyse tamamen bilinçsiz olarak yaşar ve edilgenliği sona erdiği anda, varlığı da sona erer. Oysa bilge insan, bilgeliği açısından bakıldığında neredeyse hiçbir iç huzursuzluğu yaşamaz. Bengi bir zorunlulukla kendisinin, Tanrı’nın ve şeylerin farkındadır. Var olması sona ermez ve gerçek hoşnutluğa sahiptir. Her ne kadar buna götürdüğünü gösterdiğim yol çok zor görünüyorsa da yine de keşfedilmesi mümkündür. Kuşkusuzdur ki, böylesine seyrek bulunan bir şeyin, zor olması gerekir. Çünkü eğer esenlik el altında olsaydı ve büyük bir emek harcanmadan bulunabilseydi, neredeyse herkes tarafından ihmal edilmiş olması nasıl mümkün olurdu ki? Zaten, tüm eşsiz şeyler, ender oldukları kadar da güçtürler.”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER