KİTAP TANITIMLARIM 208.

“TEPEDEKİ EV” (The Haunting of Hill House) – Shirley Jackson, Siren Y., 226 s., 4. Baskı, 2019.

 

“Hiçbir canlı organizma, mutlak gerçeklik koşulları altında akıl sağlığını koruyarak yaşamayı sürdüremez; kimilerine göre tarlakuşlarıyla çekirgeler bile hayaller görür. Akıl sağlığı yerinde olmayan Tepedeki Ev, tepelerin karşısında tek başına yükseliyor ve karanlığı içinde tutuyordu. Seksen senedir böyleydi bu, bir seksen sene daha durabilirdi. Duvarları dimdik yükseliyordu, tuğlaları düzgünce yan yana dizilmişti, döşemeleri sağlamdı ve kapıları güzelce kapatılmıştı. Sessizlik, Tepedeki Ev’in tahtalarıyla taşlarının üstünde muntazaman uzanıyordu ve orada gezinen her ne ise, tek başınaydı.”

 

En önemli perili ev (haunted palace) romanlarından birisinin tanıtımıyla karşınızdayım. “Hayaletli ev işte, hep aynı” diye düşünüyorsanız, düşünmeyin. En iyilerinden birisi bu roman. Bunu tabii ki gerekçelendireceğim, tartışacağım. Bir kere, yukarıdaki ikonik paragrafa bakın, roman böyle giriyor. Müthiş bir giriş, birkaç cümlede neler başarılmış! Evin tekinsizliği bu kadar iyi anlatılabilirdi. Ev, canlı bir organizmaya benzetiliyor; deliliğe ve potansiyel tehlikeye dem vuruluyor; her tekinsiz ev anlatısında olması gereken geçmişe, yaşa, tarihçeye atıfta bulunuluyor; karanlıktan, ıssızlıktan ve mimari sağlamlıktan bahsedilerek çetin bir düşman imgesi yaratılıyor ve orada bir şeylerin gezindiği söyleniyor. Bunların sadece tek paragrafta yapılması harika bir yetenek, zekâ ve konuya hâkimiyeti gösteriyor. Gerçekten kendini çok aşan bir giriş.

Girişi övdükten sonra biraz yazar ve kitaptan bahsedelim. ABD’li Shirley Jackson (1916-1965), gizem, psikolojik gerilim ve korku tarzlarında 6 roman, 200’den fazla hikâye yayımlamış. Güney gotik diyebileceğimiz bir akıma da hizmet eden yazar, henüz 48 yaşında uykusunda geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etmiş. Yazarın, tüm zamanların en iyi hayalet anlatılarından birisi olarak kabul edilen “Tepedeki Ev” romanı ise 1959’da yazılmış. Stephen King tarafından da, yirminci yüzyılın en önemli korku romanlarından birisi olarak tanımlanıyor. Basından ve spot ışıklarından uzak duran yazar hakkında ayrıca cadılığa değin varan bir takım söylentiler çıkmış. İkonik ve sık sık alıntılanan açılış paragrafının bize hatırlattığı gibi, Tepedeki Ev, tek başına duruyor, ancak boş değil ve orada bekleyen her ne ise karanlıkta bekliyor. Bir antropolog ve psişik araştırmacı olan Doktor John Montague, daha önce doğaüstü fenomenler yaşamış ulaşabildiği insanları yaz boyunca orada kalmaya davet ederek eski büyük Viktorya dönemi araştırma geleneğini izlemeye karar verir ve böylece bazılarının tanıklık edip doğaüstü olayları kataloglayabilmelerini umar. Kitaptaki ana karakter kadrosunu oluşturan kişiler; doktorla birlikte doktorun davetini kabul eden Eleanor Vance ve Theodora, evin sahibi ailenin bir üyesi olan tembel Luke Sanderson. Bunların dışında yalnızca gündüzleri evin işleriyle uğraşıp, davetlilere yemek yapan hizmetçiler ve kapıcı ile sonradan eklenen birkaç yan karakter mevcut. Roman, çoğunlukla 4 kişilik ana kadronun evde, yaklaşık 1-2 hafta süresince yaşadıklarını anlatıyor. Özellikle bunu esas karakter Eleanor’un gözünden ve zihninden yapıyor; çünkü dışardaki olaylarla Elanor’un geçmişi, kişiliği ve zihnindeki düşünceler, olaylar bir bütün, buna rağmen karmaşa halinde. Ancak, birinci şahıstan (Eleanor’un ağzından) değil, üçüncü şahıstan aktarılıyor olaylar (yazar-anlatıcı).

Hayatını baskıcı ve talepkar bir anneye bakmakla geçiren Eleanor için Tepedeki Ev’e davet edilmek bir özgürleşme ve nihayet dünyaya adım atma şansı gibi geliyor. Yine de Tepedeki Ev, tekinsiz bir mekân ve Eleanor için özel bir yankı uyandıran, sonuçlar doğuran bir yer. Theodora şen şakrak, oyuncu ve bazen coşkulu bir şekilde şefkatli (özellikle hassas Eleanor'a karşı), ancak aynı zamanda oldukça kibirli ve bencil, sürekli ilgi odağı olma ihtiyacı hisseden ve bazen kinci birisi. Başlangıçta sadece esprili, tembel ve biraz düşüncesiz bir adam gibi görünen Luke, roman devam ederken tuhaf davranışlar ve karmaşıklıklar gösteriyor; metanetli ve metodik Dr. Montague bile kendisi ve Tepedeki Ev’e olan ilgisi hakkında oldukça şaşırtıcı bazı gerçekleri ortaya koyuyor. Hem Theodora hem de Eleanor, otuzlu yaşlarındaki kadınlar için tuhaf denebilecek, biraz çocuksu olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir ölçüde kendi kişilikleri olsa da, bir yandan da geçmişlerinin etkisi.

Kitabın tarzını en çok yansıtandan daha az yansıtana doğru sıralayarak etiketlersem; psikolojik gerilim, gizem, korku ve dram diyebilirim. Yazar, fiziki olarak korkuya yüz takmıyor ve görsel şiddete başvurmuyor. Daha ziyade, zihinsel işkenceler yaratıyor. Ortalıkta dolaşan canavarlar, karanlıkta gizlenen vampirler, umutsuz kurbanların arkasından koşan ruhlar yok. Sadece kendi sırları olan gizemli bir ev var ve bazı meraklı karakterler beklemedikleri şeyler yaşıyor. Tabii ki bazı görüngüler, sesler, ortalıkta beliren şeyler, fizik kurallarına uymayan değişimler ve yapılar mevcut. Mesela mimarinin çarpık, yamuk açıları aklımıza hemen Lovecraft’ın R’lyeh’ini getiriyor. Ancak, hikâyenin asıl dehşeti, kelimelerin ardında gizleniyor ve satır aralarını okurken zihninizi ele geçiriyor. Yazarın üslubu, sade ama ustaca kullanılmış bir dille yoğrulmuş. Jackson, dili bir orkestra şefi gibi kullanıyor; gerektiği gibi farklı ruh hallerini, temaları veya stilleri uyandırmak için sopasını ustaca sallıyor. Gerçekten de, Jackson'ın abartısız, hatta bazen kibar bir tarzda yazabilme gibi ender bir yeteneği var, sonra aniden okuyucuyu ani bir gözlemle, cesur bir ifadeyle veya neredeyse şok edecek kadar korkunç, gülünç veya güzel bir şeyle hazırlıksız yakalıyor. Sayfalarda görünen her şeyde önemli imgeler ve sembolizm var. Roman biraz hafif bir tonda evden ve içindeki karanlıktan söz ederek başlıyor ama hikâye ilerledikçe bu hafiflik karanlık tarafından yutuluyor ve her sayfa çevrilişinde gerilim yükseliyor. Bu romanın dehşetinin çoğu ne olduğuyla değil, nasıl yazıldığıyla ilgili diyebilirim. Jackson, sadece dikkatli kelime seçimi ve cümle yapısıyla okuyucuda korku ve dehşet uyandırmanın bir yolunu buluyor. Kitapta olayların okuyucuda korku ve huzursuzluk uyandıracak kadar açık, ancak aynı zamanda mantıklı bir açıklamanın tamamen göz ardı edilemeyecek kadar muğlak bir şekilde anlatılması, yine romanın güçlü bir yönü. Ayrıca, yavaş temposuna rağmen bir şekilde okuyucuyu çekmeyi başarıyor. Romanın en önemli yönü ise temelinde bir psikolojik gerilim olması diye düşünüyorum. Eleanor üzerinden kurgulanan bu yapı oldukça etkili olmuş ki roman boyunca bütün tekinsizliği dışarda, evde ararken sonlara doğru ve özellikle finalde içte, zihinde arıyoruz. Dolayısıyla Eleanor, çok çok iyi bir roman karakteri olmuş.  Yeni Amerikan gotiğinin, kendi kaygılarını gerçeğe yansıtmaya çalışan zayıf karakterlerine iyi bir örnek.

 

DİKKAT! SPOILER BAŞLANGICI!

Eleanor'un evi ilk görüşü, sevdiğim bir an. Araba yolculuğunun, özgürlük hissinin ve yol boyunca sevgiyle anlatılan ve güzelce detaylandırılmış fantezilerinin uzun bir açıklamasının ardından Jackson, bir sol kroşe atıyor ve size evin rezil olduğunu söylüyor! Ardından, Lovecraftian açılarından agresif renk şemasına kadar, ne kadar derinden habis olduğunu ve söz konusu habisliğin zavallı Eleanor'a ne tür bir sarsıntı verdiğini ayrıntılı olarak açıklamaya devam ediyor. Eleanor’un yolda yaşadıkları ve evi gördüğündeki düşüncelerini okurken zaten baştan, onun tuhaf bir düşünce yapısı olduğunu seziyoruz. Eve yaptığı yolculuk bize onun hakkında çok şey anlatıyor. Yolda yanından geçtiği pitoresk alanlarla ilgili ayrıntılı fanteziler hayal eden hayalperest bir doğası var. Bunu yapma biçiminde büyüleyici bir tuhaflık var, ancak altı biraz rahatsız edici bir tür sessiz çaresizlikle vurgulanıyor. Başından itibaren bakış açısının tamamen güvenilir olmadığını ortaya koyuyor ve bu da Tepedeki Ev’de olup bitenlerin çoğu hakkında şüphe uyandırmaya hizmet ediyor.

Başlangıçta, evde buluşan 4 karakter, herhangi bir zaman geçirmek için en tekinsiz ve istenmeyen bir yer olan evin kendisinden yeterince korkuyor. Ancak Dr. Montague onlara orada ilk kez yaşayan talihsiz ailenin oldukça tüyler ürpertici hikâyesini anlatarak buna bir ekleme yapıyor. Aile geçmişinde delilik, kötü talih, intihar tekrar ediyor ve anlaşılır bir şekilde kimse evde çok uzun süre kalmaya dayanamamış, ancak yeni sakinler (belki şimdiden en kötüsünü tahmin eden Eleanor dışında) eve bir şans vermeye karar veriyor. Bununla birlikte, evin özünde, içinde yaşamaya cesaret eden herkesi kovma iradesine sahip, habis ve canlı bir şey olduğu fikri kulağa daha da doğru gelmeye başlar. Çok geçmeden Eleanor'un başına gelen veya herkesten daha yakın olan korkutucu olaylar (geceleri yüksek sesle kapıların vurulması, duvarlarda beliren yazılar, mülke zarar verme, çimlerde piknik yapan bir aile görüngüsü) ortaya çıkmaya başlıyor. Hikâye ilerledikçe merkez sahneyi Eleanor Vance'in bakış açısı alıyor. Romanın büyük bir kısmı onun düşündükleri ve hissettikleri merceğinden geçiyor. Eleanor, yeni insanlarla bağlantı kurmak için can atıyor, ancak geçmişi hakkında, hatta önemli olmayan şeyler hakkında bile sık sık yalan söylüyor. Bir hayalet romanı olmasına rağmen, kitabın daha çok dört kişilik çekirdek grup arasında oluşan ilişkilerle de ilgisi var. İlk başta çok olumlu başlayan, aralarındaki ani yakınlaşma boyunca gerçekten güçlü bir his var. Yeni arkadaşlıkların acelesi azalırken, daha ağırlaştırıcı özellikler ortaya çıktıkça gerilimler doğal olarak yükselmeye başlıyor. Bu, özellikle Eleanor'un; daha bohem ve şakacı, bazen de iğneleyici olan Theodora ile filizlenen arkadaşlığı aracılığıyla gösteriliyor. Karakterlerin birbirlerine karşı duygularındaki değişimler, genellikle Eleanor'un diyaloglarında ve düşüncelerinde ustaca oynanıyor. Bağlam, grup dinamiklerini açıklamadan çok onu nasıl etkilediğini gösteriyor. Hepsinin önünde inkâr edilemez doğaüstü olaylar meydana geldiği için, karakterlerin kendi grup dinamiklerindeki değişen gerilim, Tekinsiz Ev’in rahatsız edici atmosferini besliyor. Bazı korkutucu tezahürlere aynı anda birden fazla kişi tanık olurken, diğerlerine yalnızca Eleanor tanık oluyor. Eleanor, bir şekilde evdeki güçler tarafından seçilmiş gibi görünüyor, ancak yaşadıklarının tamamen onun hayal ürünü olmadığından emin olmak zor. Dr. Montague'nin yöntemi pratikte çok basit: olay yerinde hazır bulunun ve bir şeylerin olmasını bekleyin, ardından notlar alın ve ölçebildiğinizi ölçün. Garip çarpma sesleri ve soğuk noktalar gibi gerçekleşen bazı iyi bilinen tezahür türlerini görüyoruz, ancak hiçbir zaman reddedilemez bir şekilde bir ruhla, hayaletle uğraşıyormuşuz gibi hissettiğimiz bir noktaya gelmiyoruz. Evdeki bir güç bir şekilde Eleanor üzerinde kendini gösteriyor gibi görünüyor, bazı karakterler de buna açıkça inanıyor, ancak bunu bariz bir şekilde doğrulayan hiçbir şey yok, okuyucu için bile. Evde bilinçli bir varlık varsa, o hiçbir zaman kim ya da ne için olduğunu kesin olarak ortaya koymaya karar vermiyor. Kurban Eleanor mu, musallat olmanın arkasındaki o mu yoksa her şey kendi zihninde mi?

Kitabın çoğu Eleanor'un bakış açısından geçse de, genellikle bunun bize gerçekte ne gösterdiğinden tam olarak emin değiliz, gerçekten de roman boyunca sonu gelmeyen bir soru, olup bitenlerin ne kadarının evden, ne kadarının Eleanor'un kendi bakış açısından kaynaklandığı. Psişik yetenekler ve Eleanor'un kendi algıları başta basit ama hikâye devam ettikçe daha da kâbus gibi çarpıklaşıyorlar. Eleanor, son derece yalnız ve oldukça çocuksu bir kadın, annesine uzun süre hizmet etmiş ve daha sonra da otoriter ablası tarafından baskı altına alınmış. Kabul edilmek, sevilmek ve olduğundan daha fazlası olmak için çaresiz, sık sık farklı bir hayatın hayallerine ve fantezilerine çekiliyor. Yine de, utangaçlığına rağmen, kabul edildiğini hissettiğinde oldukça esprili, rahat ve eğlenceli olabiliyor. Eleanor sevimli bir karakter olmasına rağmen, kitap devam ettikçe giderek daha paranoyak ve dengesiz hale geliyor, gerçekten de Eleanor'un zihinsel durumu ve ev ile nasıl etkileşime girdiği başlı başına bütün bir tezi oluşturabilir. Benzer şekilde, bağlam içinde ele alınması gereken ara sıra nüans anları var; örneğin Eleanor'un Luke'tan bir güven duymak için çaresiz kaldığı ve ondan etkilenebileceğini ima ettiği anlar. Birisine onlar hakkında ne hissettiğinizi söylemenin evlilik teklifiyle eş değerde olduğu bir zamanda bunun önemli olduğunu düşünebilirsiniz. Theodora'nın Eleanor'la olan arkadaşlığında da aynı zamanda hem kardeşçe hem de muhtemelen romantik sevgi izleri var ve bu o zamanki okuyuculara garip bir şekilde hararetli gelebilir.

Kitapta gerçekten ürperdiğimiz bazı anlar var: Eleanor'un karanlık yatak odasında arkadaşı Theo'nun elini tuttuğunu sanması ve ardından odanın diğer tarafında olduğunu keşfetmesi kitabın en korkunç anı olabilir. "Kimin elini tutuyordum?" diye korku içinde soruyor Eleanor. Belki de; annesi tarafından sürekli eleştirilen, kocası ve komşuları tarafından dışlanan bir kadın için verilebilecek en kötü yanıt, “Kimseninki değil." Buna benzer bir kolundan tutma sahnesi daha hatırlıyorum. Ayrıca gündüz vakti çimlerde piknik yapan aile görüntüsünün korkunç bir etki yaratabileceği aklıma gelmezdi, yazarın önemli bir başarısı. Bunlar gibi bazı korkutucu sahneler mevcut. Nihayetinde romanın özü ve gücü; yargıların ve beklentilerin karakterlerin dış ve iç yaşamlarını dikte etme, tuzağa düşürme ve savunmasız hale getirme biçimleri. Eleanor'un geçmişteki varlığı, ciddi şekilde hasta bir anneye bakma, "küçük suçluluklar ve küçük suçlamalar, sürekli yorgunluk ve bitmeyen umutsuzluk" etrafında özverili bir şekilde inşa edilmiş. Tepedeki Ev’e yaptığı gezi, tamamen kendisi için yaptığı ilk şey; özgürlük ve yeni başlangıçlar duygusuyla başı dönüyor. "Gidiyorum, gidiyorum," diye düşünüyor arabasını sürerken, "nihayet bir adım attım." Theodora farklı, daha dünyevi, karizmatik, biraz şımarık. Jackson, kadın arkadaşlığının değişen sularında, ilk başta kahkaha ve körü körüne güven üzerine inşa edilen psikolojik yapılarda harika; bunlar daha sonra en derinden yaralayabilecek silahları sağlıyorlar. Ev, perili evlerin davranacağı gibi davranır, ancak gerilim, Eleanor'un bağımsızlık, seçilmiş dostluk ve aşk umudunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği merakından kaynaklanır. Saf korku anlarını bir heyecan duygusu, bir tür telaşlı grup ve yoldaşlık izler. “Bir şekilde bu sevinci kazandım” diye düşünüyor, “çok uzun zamandır bunu bekliyordum.” Ama kahkahalar her zamankinden daha boş; şakalar ve alaylar kenarlarını ortaya çıkarıyor ve kan çekmeye başlıyor; Eleanor buna gülüyor ama bilincinin topluluğun sevimliliği ile "Theodora'nın kastettiğinin bu olmadığı" şeklindeki daha karanlık bilgi arasında bölündüğünü hissediyor. Eleanor sonra, "Kalbin yollarını öğreniyorum," diye düşünüyor. Bu eğitimin nereye götürebileceğine dair doğrudan ve hatta ille de umut verici hiçbir şey yok.

Olayların sonunda Eleanor’un tuhaflığının kendileri ve araştırma için olumsuz sonuçlar doğuracağından endişelenip onu dışlayan diğerlerinin teşvikiyle, Eleanor evden ayrılıyor. Ve tüm zihinsel karmaşası, yoğunluğu içerisinde arabasını bilerek ölümüne sürüyor. Roman, başladığı paragrafın aynısıyla sona eriyor. Buna da bayıldım. Sonu başına atıf yapan kurguları severim. Hem böylece, tarihsel olarak birden fazla sayıda farklı karakterlerle yaşanmış, yaşatılmış korkunç hikâyelerden yalnızca bir tanesini okuduğumuz; bunun bir döngü olduğu izlenimi yaratılarak Tepedeki Ev, ana kötü karakter haline gelerek orada tüm heybetiyle varlığını sürdürüyor.

SPOILER SONU!

 

Bir eleştirmen, "Evlerin perili olmadığını, insanların perili olduğunu anlayan ilk yazar Jackson'dı” demiş; "En korkunç hayaletlerin hepsi zaten kafanın içinde, dışarı çıkıp buzlu pençelerini sana batırabilmeleri için bilinçaltının kiler kapısının hızla açılmasını bekliyorlar." Hikâyede ev, tıpkı kedinin fareyle oynaması gibi, büyülü ama neşeli bir gaddarlıkla, kahramanlarımızın zihinleriyle oynuyor. Hiçbir şey kendi duyularımız ve ruhumuz tarafından ihanete uğramaktan daha korkunç olamaz diye düşünüyorum. Evin tehdidi sinsi ve göründüğünde, başından beri orada olduğunu anlıyorsunuz. Tepedeki Ev, bir "perili ev" hikâyesinden çok daha fazlası. Ne olduğu ya da ne anlama geldiği, evin kendisi kadar değişken. Belki de romanı öne çıkaran diğer şey de belirsizliktir. Bir eleştirmen de "Bana göre, en iyi perili ev anlatıları asla sadece ölülerle ilgili değildir; yaşayanlarla ve psikolojik olanla ilgilidir.” diyerek romanı övmüş. Tepedeki Ev’de asıl korku, Eleanor'un boğucu aile durumundan kaçtığını düşündüğü, ancak kendi aklından kaçamadığı trajediden geliyor.

Elbette Jackson, “slasher” tipi gösteriye inmese de (sallanan cesetler veya ektoplazmik hayaletler yok), oldukça korkutucu sahneler mevcut: Kapıları çalmak (veya daha doğrusu çekiçlemek), eşyalardaki değişiklikleri fark etmek, ani mesajlar ve hatta gerçeküstü, uhrevî bir manzaraya bir yolculuk. Bu meseleleri daha da korkutucu kılan şey, Eleanor'un kademeli dağılışını; grubun dinamiklerindeki düşüncesiz zulümden cehalete, doğrudan ve gaddarca uygulanan kinlere kadar uzanan nahoş değişikliklerle paralel olarak görmemiz. Ancak yine de, bunun ne kadarı gerçek, ne kadarı evin etkisi? Eleanor'un bilinçaltının ne kadar onun aleyhine çalıştığı ve ne kadar paranoya olduğundan emin değiliz. Bunu ironik bir şekilde, kitabın ana güçlü yönü olarak da, aynı zamanda ana zayıflığı olarak da değerlendirebilirsiniz. Şahsen ben, muğlaklığı sevdiğim için güçlü bir yön olarak değerlendiriyorum. Tabii ki, olay örgüsünün birçok yönünün belirsizliğinin (farklı yorumların ve sezgilerin mümkün olduğu anlamına gelse de) bazı soruları yanıtsız bırakacağı gerçeği ortada.

Eleanor tartışmasız ana karakter ve romanın yakından okunması, onun temel yalnızlığının ve psikolojik çöküşünün bir keşfi. Tepedeki Ev’i diğer hayalet öykü ve romanlarıyla karşılaştırırsak; gerçek öncüllerinin M.R. James veya Sheridan Le Fanu'nun geleneksel hayalet hikâyeleri veya hatta Edgar Allan Poe'nun gotik kurgusu değil, Henry James’in “Yürek Burgusu” tarzı hayalet hikâyeleri olduğunu görebiliriz. Özellikle “Yürek Burgusu”nda olayların karakterin zihninde mi yoksa gerçeklikte mi yaşandığı belirsizliği, bu romanın en önemli ortak yapısı. Hayalet hikâyesi, bir alt türdür, ancak onun da alt türü olan psikolojik hayalet hikâyesi (bu kitabın ve Henry James'in eserlerinin ait olduğu kategori) daha da küçük. Dehşet dediğimiz edebi etki, elbette yaşayanlar ve ölüler arasındaki, ama aynı zamanda en kaba haliyle, bedenin dışı ile içeride kalması gereken her şey arasındaki sınırların ortadan kalkmasına neden olur. Psikolojik hayalet öyküsünde çözülen sınır zihin ile dış dünya arasındaki sınırdır. Bayan Jackson hayaletlere inandığını açıkça söylemiyor ama belki de şunu söylüyor: Hayaletleri, onları görmesi kaçınılmaz olan insanlar görüyor ve gördüklerini sandıkları şey onlara zarar verebilir.

Mevcut anlatıyı gölgede bırakan rahatsız edici bir arka plan hikâyesiyle birleşen ince bir endişe birikimi, bu romanı daha sonraki doğaüstü yazarları açıkça etkileyen ve bugün okuyucuları ürkütmeye devam eden bir eser haline getirmeye hizmet ediyor. Kitabın; korku, gerilim gibi tüm tekinsiz tarzların fanlarının mutlaka kitaplıklarında bulunması gerektiğini düşünüyor ve onu okumalarını tavsiye ediyorum. Eleanor gibi önemli bir karakteri bilmek isteyeceğinizden eminim. 1963 yapımı başarılı, 1999 yapımı vasat film uyarlamaları ve 2018 yapımız dizi uyarlaması olduğunu da ekleyeyim. Ayrıca 2020 yapımı, Henry James'in "Yürek Burgusu" referanslı "Bly Malikânesi" isimli, dizinin devamı da var.

 

 

REFERANSLAR.

https://en.wikipedia.org/wiki/Shirley_Jackson

https://en.wikipedia.org/wiki/The_Haunting_of_Hill_House

https://www.goodreads.com/book/show/260439.The_Haunting_of_Hill_House

https://www.fantasybookreview.co.uk/Shirley-Jackson/The-Haunting-of-Hill-House.html

https://www.bookishelf.com/book-review-the-haunting-of-hill-house-by-shirley-jackson/

https://www.theguardian.com/books/2018/oct/22/pure-fear-how-the-haunting-of-hill-house-opened-a-new-chapter-in-horror-netflix

https://www.literaryladiesguide.com/book-reviews/the-haunting-of-hill-house-by-shirley-jackson-1959-a-review/

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER