KİTAP TANITIMLARIM 187.

“CEHENNEM GÜVERCİNLERİ” – Robert E. Howard, Laputa Y., 312 s., 1. Baskı, 2022.

 

Conan, Solomon Kane gibi önemli fantastik karakterlerin yaratıcısı, Lovecraft’ın dostu Robert E. Howard’ın (1906-1936) korku öykülerinden oluşan kitap, Lovecraft’ın Howard anısına yazdığı bir denemeyi de içeriyor (daha önce Lovecraft’ın bir kitabında tanıtmıştım). Howard, kısa, trajik hayatına fantastik severler için önemli işler sığdırmış; yazdıkları edebiyat dışı görülse bile aile etkisi, okuma sevgisi, istek ve emeğin, teknik eğitim görmeden bir insanı nasıl başarılı bir yazar yapabileceğinin kanıtı niteliğinde eserler ortaya koymuş. Babasından ayrı yaşayan annesi ona bebekliğinden beri kitaplar, şiirler okuyarak, yazması için de onu teşvik etmiş. Tüberkülozdan mustarip annesi komaya girdiğinde, doktorlardan onun tekrar ayılmayacağını öğrenen Howard, arkadaşından ödünç aldığı silahla, arabasının şoför koltuğunda oturup kafasına sıkarak intihar etmiş. Henüz 30 yaşında yaşama bu şekilde veda eden yazarın annesi de ertesi gün can vermiş, ikisinin cenazesi birlikte kaldırılmış. Yazarın öykülerine yansıdığı için, hakkında vermek istediğim birkaç detay daha var. Uygarlığı sahte olarak görüyor, insanın kötü ve şiddete eğilimli olduğunu düşünüyor. Fiziksel güce önem verdiği için boks ve vücut geliştirme yapıyor. Uzun, iri bir fiziksel yapısı var. Bu yüzden Conan gibi abartı gücü olan kahramanlar yaratıyor, virane-ilkel ortamlarda geçen maceralar yazıyor. Kılıç ve büyü denen alt tarzın yaratıcısı olarak görülüyor. Bunların yanında mitoloji, tarih, kadim zamanlardaki coğrafyalara, kültürlere olan ilgisi bazı öykülerine yansımış durumda.

Bu bilgilerden sonra kitaba geçelim. Howard’ın 2 cilt halinde “Korku Öyküleri” adıyla yayımlanan orijinal kitabın ilk cildinden çevrilmiş. Sunuş ve Lovecraft’ın yazısı dışında Howard’ın 16 adet öyküsünü barındırıyor kitap. Hepsi, en genel ve temel olarak korku kategorisine giren öyküler olmasına rağmen aralarında bazı farklılıklar barındırıyorlar. Kahraman karakterler içeren macera temelli western atmosferiyle korkuyu birleştiren öyküler de var, mitolojik korku öyküleri de, karanlık atmosferli gotik-korku öyküleri de. Büyü, lanet, ölümden geri dönme, vampir, cadı, kurt adam, iblis, ruh, denizden gelen dehşet, doğaüstü güçlerle mücadele eden kahramanlar, hayalet boksör… Lovecratfvari ve Cthulhu Mitosu’na eklemlenebilecek öyküler de, daha önceki tanıtımlarımda belirttiğim gibi, Howard’ın diğer bir yönü ve kitapta örnekleri var. Howard’ın Lovecraft’a benzeyen diğer bir yönü ise bazı öyküleri arasında bağlantılar olması. Örneğin aynı yerde-mekânda (Faring Kasabası gibi) geçen ya da aynı karakterler içeren (John Kirowan gibi) öyküleri var. Zaten yazarın öyküleri belli başlıklar altında kategorilere ayrılıyor: Conan, Kull, Solomon Kane, western, boks öyküleri, tarihi öyküler vs. Lovecraft’tan en önemli farkını, karakter yaratımında görüyoruz. Lovecraft öykülerinde insanlar önemsiz, ismi olan (ve akılda kalan) insan sayısı az olmasına karşın, Howard en kısa öyküsünde dahi tüm karakterleri tanıtır, isimleri bellidir; kahramanları vardır. Macera dozu yüksek, çevresel betimlemeler ve karakterlerin içsel yapıları gibi derin edebi meselelere girmeyen, duru ve direkt, olay odaklı öyküler yazan Howard’ın hikâyelerinin çoğu, dönemin önemli dergisi Weird Tales’te yayımlanmış. Yazarın değeri ve etkisi, ölümünden sonra daha iyi anlaşıldığı için basılmış çoğu kitabını kendisi görememiş ne yazık ki.

Hikâye listesini, kitaptaki sırayla vereyim. Orijinal isimleri kitapta yer almamasına rağmen, tarafımdan yanlarına yazılmıştır. En sevdiğim 5 öyküyü de parantez içlerindeki rakamlarla belirttim:

     1. Cehennem Güvercinleri (Pigeons from Hell) (2)

2. Derinliklerden (Out of the Deep) (4)

3. Bana Mezar Kazma (Dig Me No Grave)

4. Yüzüğün İblisi (The Haunter of the Ring) (5)

5. İhtiyar Garfield’ın Kalbi (Old Garfield’s Heart) (3)

6. Kara Canaan (Black Canaan)

7. Kurt Kafası (Wolfshead)

8. Gecenin Çocukları (The Children of the Night)

9. Casonetto’nun Son Şarkısı (Casonetto’s Last Song)

10.  Ölü Unutmaz (The Dead Remember)

11.  Kemiklerin Takırtısı (Rattle of Bones)

12.  Huzursuz Sular (Restless Waters)

13.  Höyükten Gelen Dehşet (The Horror from the Mound) (1)

14.  Yerdeki Adam (The Man on the Ground)

15.  Tom Molyneaux’un Ruhu (The Spirit of Tom Molyneaux)

16.  Burundaki Taş Mezar (The Cairn on the Headland)

 

Ben bu sırayla değil, bazı öyküleri Howard bibliyografyasında anlatılan kategorilere göre ayırıp, değerlendireceğim.

“Weird Western” öyküleri; western türünün öğelerini fantezi-korku öğeleriyle birleştiren bir tür. Kitapta bu tür altındaki öyküler, Güney Gotiği diye de tanımlayabileceğimiz “Cehennem Güvercinleri” ve “Höyükten Gelen Dehşet” ile “Ölü Unutmaz”, “İhtiyar Garfield’ın Kalbi”, “Kara Canaan” ve “Yerdeki Adam”. Bu öykülerde, normal yaşam deneyimlerinin dışında bir gizemle karşılaşan, ancak gerçek cesaretle yanıt veren Teksaslı karakterler var. Bunlar entelektüel değil, kanun çerçevesinde çalışıp çalışmamaya kendileri karar vermek zorunda olan pratik ve bazen çok şiddet yanlısı adamlar. Sıradan insanın karşılaştığı doğaüstü yapılarla ya da olağanüstü durumlarla mücadele vermesi teması, sonraları Stephen King’in eserlerinin de temelini oluşturacaktır. Kitaba adını veren “Cehennem Güvercinleri”, başlığı Howard'ın büyükannesinin hayalet hikâyelerindeki bir görüntüden, güvercinlerin musallat olduğu terk edilmiş bir çiftlik malikânesinden gelen, oldukça iyi bir korku öyküsü. Stephen King’in, yüzyılımızın en iyi korku hikâyelerinden biri olarak adlandırdığı öykü, olayların geçtiği tarihte terk edilmiş olan bir malikâneden yayılan dehşeti, geçmişte orada yaşamış bir ailenin lanetini merceğe alıyor. İki sokak serserisi, bir şerif ve bir vudu büyücüsü yardımıyla olaylar çözülmeye çalışılır. Bu anlamda polisiyeye de göz kırpar öykü.  Zulümleriyle tanınan bir aile olan Blassenville ailesinden kalan,  yerel siyahi halkın oradan uzak durduğu çürümüş malikânenin etrafına bazen güvercinler akın ediyor. Efsaneye göre onlar Blassenville'lerin ruhları. Tekinsizlik figürü olarak alışılmamış bir hayvanın, güvercinin kullanımı öykünün atmosferine müthiş bir katkı yapmış. Hitchcock’un “Kuşlar” filminden daha önce (20 yıl kadar) bu öykünün yazıldığını vurgulayayım. Lanet, kara büyü, vudu, zehirli bir yılan, “zuwembi” (zombi benzeri), sarı yüzlü katil hayalet, balo elbisesi giymiş ceset, portreler, malikâneden duyulan ıslık, merdivenlerdeki koşuşturmalar ve ortaya çıkan eski sırlar öyküde sizi bekliyor.

Diğer bir western - gotik korku birleşimi olan “Höyükten Gelen Dehşet” ise arkadaşının uyarılarına rağmen, merakına ve açgözlülüğüne yenik düşen Teksaslı bir kovboyun, antik bir mezar höyüğünü kazması sonucu ortaya çıkan bir vampirin gazabını anlatıyor. Vampirizm sevdiğimden sanırım, kitapta en sevdiğim öykü bu oldu. Yeraltından ortaya çıkan dehşet teması, Lovecraft etkisi gibi görünüyor ancak, Lovecraft hiçbir zaman bir vampir öyküsü yazmamıştı. Kovboy, silahlar ve vampir birleşimindeki janr kontrastı enteresan bir atmosfer oluştursa da güzel bir korku öyküsü ortaya çıkmış. “Ölü Unutmaz” adlı hikâyede öldürülen bir kızın, katilini lanetlemesi ve ruhunun ondan intikam alması işleniyor. Yine çatışma içeren, silahların patladığı bir western ortamıyla korkunun birleşimi… “İhtiyar Garfield’ın Kalbi”, sınırının mizanseni ile bütünleşmiş olan bir tekinsizlik ve dehşet sunuyor. Hikâyenin temelinde bir Amerikan şaman tarafından bağışlanan öncü bir Teksaslının ebedi büyülü kalbi yer alıyor. Güçlü bir mistik, mitolojik ve büyülü duyguya sahip olan ancak yine de ciddi ve bir şekilde gerçekçi bir tonu koruyan öykü, herkesin hatırlayabildiği kadar uzun yaşamış olan yaşlı bir adam, Garfield hakkında. Geçmişte pek çok kez ölümcül yaralar almış olmasına rağmen, bir türlü ölmediği biliniyor. Ölü bir bedenin altında yaşayan, gizemli bir organın hikâyesine buyurun. “Yerdeki Adam”, son sahnesine kadar gerçekçi olan bir öykü. İki düşmanın silahlı çatışmasına tanık oluyoruz. Western atmosferi finaldeki “ruh” karakterle korkuya eviriliyor. Son cümleye kadar korku tarzından eser yok. Sevdim bunu da.

“Kara Canaan” da fantastik macera, kahramanlık, western ile korkuyu birleştiren bir öykü. Bu, Güney ABD'nin bir bölgesinde çam ormanlarında geçen bölgesel öyküde, tuhaf yaşlı bir kadının fısıldadığı bir uyarıyla taşra anavatanının tehlikede olduğunu anlayıp doğduğu Canaan bölgesine giden Buckner adlı kahramanın yaşadıkları anlatılıyor. Yoldayken bile kendisine pusu kurulduğu için hararetli olaylar, çatışmalar başlıyor. Ritmi yüksek maceralarda, yerel siyahların artık bölgedeki tüm beyazları öldürmeye ve Amerika'da bir siyah imparatorluk kurmaya ant içmiş olan bir büyücü tarafından yönetildiğini öğreniriz. Siyahların ayaklanmasına karşı, önemli bir ailenin çocuğu olan Buckner, kriz anında bölgesinde liderlik ediyor. Buraya kadar, tamamen western tarzında olan öyküye (hatta kitaptaki en western olan) cadılar, büyüler, Dambalah ayinleri girecektir. Buckner ve ekibi, isyancılarla birlikte bu doğaüstü güçlerle de savaşmak zorunda kalırlar. Hikâyede Howard, gölgelerde dolaşan karanlık doğaüstü güçlerin varlığını öne sürmekte usta olduğunu kanıtlıyor. Doğaüstü tehdit duygusu, hem cinsel hem de ırksal gerilimin gizli akımlarıyla artırılıyor. Cadının adı asla açıklanmaz, ancak ondan birkaç kez "Dambalah'ın Gelini" olarak bahsedilir. Howard'ın bazı diğer öykülerinde olduğu gibi bu öyküde de bulunan ırksal unsurlar, yazara karşı ırkçılık suçlamalarına yol açmış. Özellikle “zenci” kelimesinin kullanımı, bazı öykülerinde de doğu dinlerine inananları hor gören kısımlar mevcut. Lovecraft’ın da ırkçı olduğu bilinir ama onun öykülerinde bu kadar net yapılar bulunmaz. Hele ki ileride bahsedeceğim “Gecenin Çocukları” öyküsü direkt bir ırkın üstünlüğünü savunuyor.   Howard, 1936'da, daha sonraki on yılların sivil haklar hareketinden çok önce ölen beyaz bir güneyliydi. Hayatının çoğunu, Afrikalı-Amerikalıların çok nadir olduğu Teksas'ın bir bölümünde geçirmiş.  Bir dereceye kadar bulunduğu yer ve zamanın hâkim önyargılarına tabiymiş. Daha sonraki bazı öykülerinde siyah karakterleri sempatik bir şekilde canlandırmak için samimi çabalar sarf etmiş. Siyahlarla ilgili fikirleri, gençken duyduğu masalların anılarından, kurmaca klişelerinden, Orta Batı Teksas komşuları ve arkadaşlarının ifade ettiği tutumlardan geliyormuş. Bunlar göz önüne alındığında öykülerdeki bu durum, bir dereceye kadar anlaşılabilir olsa da, her öykü için bunu kurtaramıyor.

“Faring Kasabası Efsanesi” öyküleri olarak sınıflandırabileceklerimiz ise “Derinliklerden” ve “Huzursuz Sular”. Aynı kasabada geçen öykülerden “Derinliklerden”, şafakta yelken açan ve alacakaranlıkta “değişmiş” olarak karaya çıkan ve gece boyunca dehşet saçan bir denizciyi işliyor. Sadece denizden bir fısıltı duyan “köyün salağı”, bu yaratıkla yüzleşmeye cesaret eder. Yağmurlu bir gecede bir handa geçen, atmosferik ve ürkütücü “Huzursuz Sular” ise, son hesabına kadar yaptığı pek çok kötülükten paçayı sıyıran bir deniz kaptanının hikâyesine ani bir son veriyor. Rüzgârın ve karla karışık yağmurun "bir iskeletin parmak eklemleri gibi pencerelere çarpıyor" olarak tanımlanması, hikâyenin acımasızlığına ve doğaüstü unsurlarına işaret ediyor. Pencereden yansıyan yüz, Henry James’in “Yürek Burgusu” eserini anımsattı. Ayrıca bu hikâyelerdeki “ıslaklık” Lovecraft etkisini düşündürüyor yine. Deniz, yağmur, sudaki ve ıslak camdaki yansımalar… Öyküler bazı sorunlarına rağmen sürüklemeyi başaracak olay örgülerine sahip.

Cthulhu Mitosu ile ilişkili ve ana karakter olarak John Kirowan’ın yer aldığı öyküler ise “Bana Mezar Kazma”, “Yüzüğün İblisi” ve “Gecenin Çocukları”. Profesör John Kirowan, İrlandalı soylu bir ailenin küçük oğlu ve yasak bilgi aramak için geniş çapta seyahat eden bir mitos bilgini. Bir nevi, “Dracula”daki Van Helsing benzeri. Kirowan, okültizm hakkında daha fazla bilgi edinmek için dünyayı dolaşıyor. Okült nesneler, kadim büyüler, uğraşılmaması gereken kötü gizli bilgilerin deşilmesi sonucu başa gelen dehşet, bu hikâyelerin ortak noktası olarak söylenebilir. Ayrıca, karşımıza kadim tanrılar, iblisler ve diğer varlıklar çıkıyor. Bunların arasında Lovecraft’ın kozmolojik varlıkları da var, Ahriman, Beelzebub, Malik Taus gibi mitolojik olanları da. “Bana Mezar Kazma”, Şeytan'la yapılan Faustvari bir pazarlığın ve pişmanlığın standart bir hikâyesi. En sonunda histeri çok fazla olsa da şeytani atmosfer iyi çizilmiş. Yezidilik ve Şinto gibi batılı olmayan bazı dinlere ve Lovecraft mitolojisine (bence pek alakalı olmayan) ait yapılar var. “Yüzüğün İblisi”, modern çağda geçiyor ama Conan hikâyelerinin Hyborian Çağı'ndan bir kalıntı olan Thoth-Amon'un yüzüğünü içeriyor. Ayrıca, Kirowan’ın hayatına dair önemli bilgiler aktarıyor. Bunu yaptığına dair hiçbir anısı olmamasına rağmen, yeni evli kocası James Gordon'u üç kez öldürmeye çalışan Evelyn, ana karakter. Evelyn, kısa süre önce reddettiği sevgilisinden barış teklifi olarak bir hediye almış: "pullu bir yılan gibi üç kez kıvrılmış, ağzında kuyruğu ve gözleri sarı mücevherlerle yapılmış" bir bakır yüzük. John Kirowan, bu hikâyeyi duyunca ve koşulların kendisini görünce şüphelenmeye başlar. Olaylar cereyan eder, sonra gizem açıklanır. Kirowan'ın eski bir düşmanı olan Yosef Vrolok ile tanışıyoruz. Kadim güçler, hain planlar, kara büyü…

“Gecenin Çocukları” ise Cthulhu Mitosu ve Howard’ın diğer birçok öyküsüyle bağlantılı olan; okültizm, büyülü nesneler, geçmişe yolculuk içeren bir hikâye. Ancak ana teması Aryan ırkının üstünlüğünü tarihsel ve sosyolojik olarak kanıtlamak gibi duruyor. Bir çalışma odasında oturan, Profesör Kirowan dâhil altı kişiyle başlıyor. Başlangıçta grup antropoloji, edebiyat, okültizm tartışıyor. Poe, Machen gibi korku ustalarının eserlerinden bahsediliyor. Gizli tarikatlardan konu açılıyor. Cthulhu, Yog Sothoth, Tsathoggua, Gol-goroth vb. varlıklara adanmış kültlerin tarihsel varlığından bahsediliyor. Necronomicon'dan gerçek bir kitap olarak bahsediliyor - Kirowan Latince versiyonunu okumuş. Korku fanları için leziz edebi bu kısımlardan sonra büyülü bir nesne yardımıyla,  O'Donnel adlı karakterin tarih öncesine zaman yolculuğu gerçekleşiyor. Adı Aryara iken İngiltere'yi Pict'lerden fethetmekle uğraşan Aryan kabilelerinden biri olan Kılıç Halkının bir üyesi olarak enkarne oluyor. Hala etrafta, Pictlerin toprakları daha önce fethettikleri ve Aryanların haşarat olarak gördüğü yılan benzeri insanlar olan "Gecenin Çocukları" var. O'Donnel, arkadaşlarını öldüren bu tarikat ile savaşıyor, intikam alıyor. Bu, savaş sahnelerinden sonra çalışma odasında tekrar uyanıyor, ancak Aryara olarak hayatını hâlâ hatırlamakta. Odadaki “çekik gözlü” Ketrick'i görünce, onun Gecenin Çocukları soyundan geldiğine inanarak saldırıyor. Ona "yüzyıllar önce yok ettiğimiz haşerenin damgasıyla işaretlenmiş" diyor. Asılacak olsa bile geceleri kırlarda tek başına yürürken onu yakalayıp öldürmeye yemin ediyor. O'Donnel, Aryara olarak Gecenin Çocukları’nı şöyle tanımlar: “Ben onları öyle düşünmesem de onlar bir çeşit insandı. Kısa ve tıknazdılar, cılız vücutlarına göre fazla büyük olan geniş kafaları vardı. Saçları yılan gibi ve tel teldi, yüzleri geniş ve kare şeklindeydi, düz burunları, korkunç çekik gözleri, ağızlarına göre ince bir yaraları ve sivri kulakları vardı. Onlar da benim gibi hayvan derileri giyiyorlardı ama bu postlar kabaca giyiliyordu. Küçük yaylar ve çakmaktaşı uçlu oklar, çakmaktaşı bıçaklar ve sopalar taşıyorlardı. Ve kendileri kadar iğrenç, içimi korku ve tiksinti ile dolduran, tıslayan, sürüngenimsi bir konuşmayla sohbet ettiler”. Sıklıkla yılanlar veya yılan benzeri niteliklere sahip olarak tanımlanırlar. Öykü, korku gereçlerini kullanmasına rağmen açık ve net olarak ırkçılık taraftarlığı yapıyor. Bunu yapanın yazarın kendisi değil de öyküdeki karakterlerden birisi olduğunu düşünebiliriz yine de.

Geri kalan öykülerden “Kurt Kafası”, klasik kötü varlık olan kurt adam (buna da kurt birey mi demeliyiz artık?), hatta daha doğrusu adam-kurt içeren bir korku öyküsü. Zira kurda dönüşen bir insan değil, insana dönüşen bir kurt içeriyor. Afrika'nın batı kıyısındaki bir malikânede başlıyor olaylar. Dolunayın “shapeshifting” için tetikleyici olması, likantropinin bulaşıcı olarak tasvir edilmesi, kurt adamın kefaret ya da ölüm arayan trajik bir figür olarak tasvir edilmesi ve öyküdeki karakterlerden biri olarak ortaya çıkması (“Katil kim?” benzeri “Kurt adam kim?”) gibi bir kurt adam öyküsünden beklenecek tüm yapılar kullanılmış. Sonraki yıllarda Universal korku filmlerinden başlayarak hemen hemen tüm kurt adam filmlerinde bu yapılara rastlanır. Dolayısıyla, hikâye on dokuzuncu yüzyıl edebiyatının soyut, şeytani kurt adamları ile sinemanın daha fiziksel, hayvani kurt adamları arasında bir orta nokta gibi duruyor. Ancak, Howard’a özgü bazı noktalar da var: Kral Süleyman’a yapılan bağlantı ve Afrika ortamının Avrupalı ​​kurt adam ile ormanın daha egzotik canavarları arasında yaratılan etkili bir karşıtlık…

“Casonetto’nun Son Şarkısı”, öykünün ismindeki satanist tarikat üyesi opera sanatçısının, kendi idamından sorumlu olan, hikâyenin anlatıcısından beklenmedik bir yöntemle aldığı intikamı işliyor. Ölümünün ertesi günü, içinden bir plak çıkan bir paket ulaşıyor hedefe. Bu plak ve içindeki kayıt, intikam aracı olarak kullanılıyor. İçine büyülü bir şarkı kaydedilmiş olan plağı dinlemeye başlayan karakter şöyle der:  “Nefret ve kötülük seste cisimleşmişse, bunu o zaman duydum ve hissettim." Bu açıklama, okuyucunun kavrayacağı bir şeye sahip olmasını sağlayacak kadar somuttur. Yine de, okuyucunun hayal gücünün çılgınca çalışmasına izin veren doğaüstü bir unsur da taşır. Okuyucunun kendi hayal gücünü kullanmak klasik bir korku tekniğidir ve Howard bunu iyi kullanıyor. Bugünün standartlarına göre sonu tahmin edilebilir olsa da ilginç bir öykü.

Kitaptaki tek Solomon Kane öyküsü ise “Kemiklerin Takırtısı”. Çizgi roman ve sinema gibi farklı alanlara da uyarlanan, Howard’ın kurgu karakteri Solomon Kane, on altıncı asırda yaşamış, uzun boylu ve uzun saçlı, karizmatik, sakin yapılı, yüz hatları ince ve keskin, kasvetli görünüşlü, dindar birisi. Kötülüğün her türlüsünü yenmekten başka görünür bir amacı olmadan dünyayı dolaşıyor. Avrupa’da ve Afrika ormanlarında sık sık görülüyor. Ahlakı son derece siyah ve beyaz, hiçbir gri belirsizlik alanına izin vermez. Ona göre kötüler kötü ve iyiler iyi, arada çok az veya biraz yok. Ayrıca kendi hayatına ve güvenliğine çok az saygı duyuyor gibi görünüyor, hayatının yıllarını cezayı hak eden kötü niyetli kişilerin peşine düşmek ve izini sürmek için harcıyor. Howard'ın diğer karakteri Barbar Conan gibi, Kane de keskin bir şövalyelik ve görgü duygusu sergiliyor, masumları ve zayıfları zalimlerden koruyor. Püriten bir İngiliz kostümü giyiyor, tamamen siyahlar içinde ve sarkık bir şapka takıyor. Genellikle siyah deri eldivenler, binici çizmeleri, bir yelek ve pelerin gibi zamanının ve kültürünün basmakalıp kıyafetleriyle tasvir ediliyor. Silahları çeşitli: kama, bir dizi çakmaklı tabanca ve tüfek vb. Öyküye gelirsek; Almanya’da tekinsiz bir ormandaki handa geçiyor. Kane, kendisine tanıdık gelen Gaston L'Armon adında bir gezginle tanışır ve birlikte “Yarık Kafatası Hanı” adlı görünüşte boş bir handa odalar tutarlar. Burada bulunan bir iskelet ve yakın geçmişte o cesedin kime ait olduğu, neden gizli bir odaya zincirlendiği, sonrasında gelişen korkunç olaylar için hikâyeye buyurun. Scooby-Doo senaryosu benzeri gibi dursa da kısa ve sürprizli, düzgün bir korku öyküsü. 

“Tom Molyneaux’un Ruhu” ise Howard’ın boks öykülerinden bir örnek. “Rocky” filmlerinden birisindeki gibi iki çok güçlü boksörün maçı, hikâyenin büyük kısmını oluşturuyor. Tek doğaüstü unsur, ana karaktere maçta yardım eden bir hayalet ya da ruh; eski bir boks şampiyonu olan Tom Molyneaux’un ruhu. Eğer boks seviyorsanız hikâyeyi sevebilirsiniz, zira uzun ve detaylı anlatılan bir boks maçı var. Ben boksa karşı olduğum için beni çekmedi. Her ne kadar bir hayalet barındırsa da…

Son öykü, “Burundaki Taş Mezar”, hem İskandinav Mitolojisi hem de Katolik Hristiyanlığın unsurlarıyla karışan, Cthulhu Mitosuna da bağlantısı olan bir fantastik korku öyküsü. Orta Çağ İrlanda tarihinde uzmanlaşmış araştırmacı akademisyen O'Brien ile onu işlemediği bir cinayete bulaştıracak delillere sahip olduğu için tehdit eden Ortali adlı sinsi bir şantajcının Dublin’de bir yamaçta antik bir taş mezar keşfetmeleriyle başlıyor hikâye. Bölge, yerel vatandaşlar tarafından dışlanıyor ve bu nedenle Orta Çağ'dan bu yana neredeyse hiç değişmeden kalmış - ancak modern Dublin'in hareketli ve parlak ışıkları hemen köşede. Taş Mezar’ın, bir Viking ordusuna karşı kazanılan Clontarf Savaşı'nın ardından dikildiği biliniyor. Ancak O'Brien, bu yapının muzaffer İrlandalılar tarafından mı yoksa mağlup İskandinavlar tarafından mı inşa edildiğinden ve altında kimin gömülü olduğundan emin değil. Ortali, altında hazine bulma umuduyla gece yarısı geri gelip taş yığını sökmeye karar veriyor. O'Brien, Ortali'yi uyarıyor. Arka planında tarihi savaşlar, İskandinav tanrısı Odin inancından Hıristiyanlığa geçiş gibi önceki meseleler bulunan öyküde arkaik giysiler giyen ve Galcenin eski bir versiyonunu konuşan gizemli bir kadın ortaya çıkıyor. Kelt işçiliğine sahip, minik mücevherlerle süslenmiş altın bir haç veriyor kadın. Olayların tarihsel arka planında Odin ve taş mezarla ilgili yirminci yüzyıla kadar hayatta kalacak olan bir efsane ortaya çıkar. Hıristiyanlık ile İskandinav Dini arasındaki çatışma, iyiye karşı kötü veya aydınlığa karşı karanlık olarak tasvir edilir. Burada sunulduğu gibi Clontarf, yalnızca İrlanda'nın geleceğini değil, aynı zamanda tüm dünyanın, tüm insanlığın kaderini tanımlıyor. Vikinglerin ve İskandinav dininin tamamen kötü olduğu gibi bir algı yaratıyor öykü. Odin, canavarlaştırılmış. Öykü bir yandan bir şeytan çıkarma etkisi yaratıyor ve Hıristiyan geleneğinde tasvir edildiği şekliyle bir şeytan çıkarmanın birçok unsurunu içeriyor. Bir haçı tutmak, bir iblisle yüzleşmenin etkili bir yöntemi olarak yaygın olarak belirtilir. Hıristiyan teolojisine göre - özellikle Katolik teolojisine göre - şeytan çıkarma ayinini gerçekleştirmek için din adamı olmaya gerek yoktur. Bununla birlikte, kişi özellikle kutsal değilse, saygı duyulan bir Aziz'e bağlı kutsal bir emanete sahipse ve böylece o Aziz'in kutsallığından yararlanabiliyorsa, iblisin üstesinden gelme şansı çok artar. Burada haç, kutsal nesne ve Odin de şeytan olarak görülebilir. Öykünün tarihi ve dinsel bağlamları zenginlik katsa da Hıristiyanlık propagandası, Howard’ın bazı öykülerindeki ırkçı yapılar gibi beni rahatsız etti. Yazar, kendi dininden ve ırkından olmayanlara karşı ön yargılı gibi duruyor.

Böylece bir kitap tanıtımımın daha sonuna geldim. Howard’ı edebi olarak bir yerlere koymak zor olsa da ve ırkçı-uygun olmayan dil kullandığı bazı yerleri hazmedebilirsek, yarattığı önemli karakterlerin ve western ile korku öğelerini birleştirip bunları tarih, mitoloji, antropoloji, dinler vb. ile zenginleştiren öykülerinin hakkını vermek gerekir. 30 yıl gibi kısa bir hayata sığdırıyor hem de bunları. Dolayısıyla korku ve macera seven tüm okuyuculara kitabı tavsiye ederim.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER