KİTAP TANITIMLARIM 146.

“KARANLIĞIN GÜCÜ” (The Power of Darkness) – Edith Nesbit, Laputa Y., 77 s., 1. Baskı, 2021.

 

“Sessizlik, neredeyse hiç duyulmayan sesler tarafından zonkluyordu.”

 

Yayınevinin “Laputa Kitaplığı” ismiyle yayımladığı serinin 6. kitabı, İngiliz yazar Edith Nesbit’in 4 öyküsünden oluşuyor. 1858 doğumlu yazar, özellikle fantastik macera roman ve öyküleriyle, sonraki birçok yazar üzerinde etkili olmuş. Ancak bu seçkidekiler korku/gerilim öyküleri. 

Son öyküyü dışarda bırakırsak, diğerlerinin çok fazla ortak noktası var.  Bunlardaki ortak ana temanın ne olduğuna verilebilecek en iyi cevap, kitabın ve ilk öykünün de adı olan “karanlığın gücü” olurdu kanımca. Çünkü kurguda karakterlerin korku dolu anlar yaşamasını sağlayan en önemli olgu, karanlıkta yalnız ve kapalı kalmalarıdır. Çıkış yolunun kapalı ya da sınırlı-bilinmeyen olduğu mekânlarda, karakterlerin zihin akışının ve tecrübelerinin korkunç sonuçlara varmasını dokumuş yazar paragraflara. Işığın açığa vurduğu nesnelerin, mekânların karanlıkla kaplanmasının yarattığı klostrofobiklik; en temel, en eski duygumuz olan korkunun açığa çıkmasını kaçınılmaz kılıyor. Korku öyküsünde, korkunun kendisi oluyor yani ana korku kaynağı. H.G. Wells’in “Kızıl Oda”sı gibi, kapalı kalan yalnız insanın bilinçaltı, korkunun kendisini buluyor.

“Karanlığın Gücü”, bizi bir iddia sonucu, Paris’te bir balmumu heykel müzesinde geceyi yalnız geçiren Vincent’ın macerasına götürüyor. Bu müzede tarihteki gerçek şiddet olaylarından canlandırma balmumu cesetler, korku figürleri bulunmaktadır. Vincent, aslında Edward adlı arkadaşının çocukluk travmasını kullanarak ona bir oyun hazırlamaktadır. Batıl inançları olan Edward ile böyle şeylere inanmayan Vincent’ın birçok sonraki korku öyküsünde karşılaştığımız tipik karakter özellikleri var. Ava giden avlanır gibi bir durumu gerçekleştiren öykü, en materyalist, en mantıkçı insanın bile (Lovecraft ana karakterleri gibi) korkudan kaçamayacağını gösterir. Başrol oyuncusu, karanlığın kendisidir.

Sonraki öykü “Sessizlik Evi” (The House of Silence) ise hırsızlık yapmaya girdiği büyük bir konakta kaybolan hırsızın yaşadıklarına götürüyor bizi. Terkedilmiş evde hazine olduğu söylentileri vardır ama lanetli söylenceler de mevcuttur. Hırsız da yine böyle şeylere inanmayan bir karakterdir. Tesadüfi olaylar silsilesi burada da ana karakterin dehşet içerisine düştüğü bir son meydana getirir. Yine başrol oyuncusu karanlıktır. Evin altındaki bölmelerin karanlığı… Karanlığı aydınlatmaya çalışan ilk öyküde sınırlı sayıdaki kibritlerken, burada ise hırsızın el lambasıdır. Ayrıca sessizlik olgusunun betimlemeleri çok güzel yapılmış öyküde. Sessizliğin gürültüsünün baskı yapması gibi… Zaten, ses hakkında biraz da öyküler. 

Üçüncü kişiden anlatılan ilk iki öyküden sonra birinci tekil şahıstan anlatılan diğerlerinden, “Lanetli Miras” (The Haunted Inheritance) ise miras kalmış bir evi hiç görmediği kuzeniyle paylaşması gereken Lawrence’ın yaşadıklarına götürür bizi. Mirasın yarısı olan bu evi ya kendisi alacak ya da kuzenine bırakacaktır. Evin lanetli olduğu, geceleri dolaşan beyazlı bir hayaletin pencerelerde görüldüğü söylenmektedir. Lawrence da yine bunlara inanmayan bir karakterdir. Evde yaşanan korkunç olaylar yine ilk öyküdeki gibi karakterlerle birlikte karanlığın ve zihinlerin oynadığı oyunlardır. Diğerlerinden farklı olarak bu öykünün finali hızlıca, beklenmedik bir mutlu sona erer.

Son öykü, “Ölülerden” (From the Dead), aldığı bir mektupla terk edildiğini öğrenen Arthur’un ağzından, yine birinci kişiden anlatılır. Sonraki süreçte sevgilisinin peşine düşen Arthur, öykünün korku sahnesini oluşturan evde yaşadığı korkunç olayı anlatır bize. Diğer öykülerden farklı olarak burada Poe’nun gotik hikâyelerini akla getiren temalar vardır: genç ve güzel bir kadının ölümü, ölümden geri dönme, hezeyanlar gibi… Ayrıca diğer 3 öyküde gerçekte doğaüstü hiçbir şey olmaz, karakterler öyle olduğunu zannederlerken; burada bir belirsizlik vardır. Gerçekten doğaüstü bir fenomen mi meydana gelmiş yoksa bir sanrı mı görülmüştür belirsizdir. Bu hikâye biraz dağınık bir kurguya sahiptir ve inandırıcılıkta da diğerlerinin gerisinde kalır.

Bizler de hayatımızda kaç kez, özellikle karanlıkta yalnız kaldığımız zamanlarda, sadece düşüncelerimizle kendimizi korkutmuşuzdur? Hele ki tesadüfen yaşanan, aslında mantıklı açıklaması olan ama o an doğaüstü bir fikrin aklımıza daha kolay geldiği olaylarda… Bu minvalde öyküler dikkate değer bir konu işliyor.

Her yazar; her aşçının yaptığı aynı yemeğe kendi el lezzetini vermesi ve kendi malzemelerini kullanması gibi, benzer tarzda öykülere kendi malzemeleriyle kendi el lezzetini verir. Sonuç olarak korku – gerilim öyküleri fanıysanız, Nesbit’in yemeklerini, pardon öykülerini deneyin bir de J

 

“Vay canına! İnsan sadece bir şeyler düşünerek bile kendisini korkutabilir.”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER