KİTAP TANITIMLARIM 91.

 

“VENEDİK’TE ÖLÜM” (Der Tod in Venedig)- Thomas Mann, Can Y., 103 s., 27. Basım, 2020.



“Fikir, güzelliğin önünde tapınarak ilerlediğinde doğa hazla titrer.”


Yirminci asrın önemli Alman yazarlarından Mann, 1929 yılında bir de Nobel Edebiyat Ödülü almış. Beş bölüme ayrılan bu kitabı elinize aldığınızda, uzun olmadığından dolayı hızlıca okuyabileceğinize dair ön fikriniz daha ilk cümlelerde yıkılacak. Hatta belki de ilk iki bölümü bitirmeden kitaba ara vermek ya da bırakmak isteyeceksiniz diye düşünüyorum. Bunun nedeni ise betimlemeler, farklı disiplinlere atıflar, yer yer terminolojiler içerisinde zihninize saldıran oldukça üst seviyede sanatsal-edebi uzun cümlelere maruz kalacak olmanız. Olaydan ziyade içsel düşünceler ekseninde, iyi bir okur olduğunuzu düşünseniz dahi kendinizle sıkı bir mücadeleye girişeceksiniz. Algılarınızı açmak için boş ve sağlam bir zihne, dingin bir zamana ihtiyacınız olacak. Yalnızca bir cümle örnek vereyim:

 

“Ama öyle görünüyor ki, soylu ve mert bir ruh, her şeyden önce ve her şeyden çok, bilginin keskin ve buruk çekiciliğine karşı körleşir ve olgunlaşmış adamın iradeyi, eylemi, duyguyu, hatta tutkuyu az da olsa felce uğratmaya, pısırıklaştırmaya, değersizleştirmeye hizmet ettiği takdirde, bilgiyi inkâr etme ve yadsıma, başı havalarda görmezden gelme kararının yanında, gencin o melankolik ve çok dürüst kalan derinliği hiç kuşkusuz sığlık anlamına gelir.”


Yine de hemen korkup vazgeçmeyin. Bu yoğun ve şairane ilk iki bölüm sonrası daha akışkan bir kitap sizi bekliyor. Elbette arada uçurum olacak keskin bir dil düşüşü yaşanmıyor. Çeviri de Behçet Necatigil tarafından yapılmış bu arada.

Dil ve üsluba değindikten sonra içerikten bahsedelim. Tüm olayları sadece birkaç cümleye indirgeyebiliriz: Bir yazar Venedik’e tatile gider. Orada bir gence âşık olur, onu izler sürekli. Geri dönmek istese de genci izlemekten kendini alıkoyamaz. O sıralar kolera salgını Venedik’e uğrar. Yazar hastalanır ve ölür. Ancak, kitap olay odaklı bir türde değil. Daha çok ana karakter Gustav Aschenbach’ın zihninin içinde yolculuk ediyor, onun düşüncelerini ve gözlemlerini okuyoruz. Aristokrat bir aileden gelen, kısaca hayatı anlatılan yazar Aschenbach, zihinsel bir krizdedir. Bir eserini tamamlamaya çalışmakta, onu mükemmel bir şekilde bitirmek istemekte ama tamamlayamamaktadır. Yoğun düşünceler içerisinde yürüyüşler yapmakta, biz de hem gözlerinden etraftaki doğa betimlemelerini hem de zihnini okumaktayız. Yine de kitap birinci ağızdan değil üçüncü anlatıcıdan anlatılır. Finali dolayısıyla da mantıken öyle olması gerekir zaten. Eserini tamamlamadan önce zihninin dinlenmesi için bir tatil kararı veren Aschenbach, yolculuk esnasında spontane aklına gelen Venedik’e çevirir rotayı. Orada, 14 yaşındaki Polonyalı bir erkeğe, Tadzio’ya âşık olur. Bu aşkı eyleme dökmez, içinde yaşar, ondan başka biz okuyucular biliriz sadece. Sürekli onu izler. Bir sanatçı gözüyle estetik mükemmelliği onda bulur.


Sanatçı zaten asaleti, güzelliği ortaya çıkaran kişidir.  Diğer şeylerin yanında sanat bir tasarım gücüne de bağlıdır. Güzel sanatlar kavramı, güzelin yaratım koşullarını da belirler. Yüce güzellik atfı tarafından belirlenen yaratım koşulları, içinde birden fazla ses barındırması gereken sanatçıyı da tektipleştirir. Tadzio, sade ama kusursuz bir dış görünüşe sahiptir. Antik Yunan güzellik düşüncesinin cisimleşmiş hali gibidir. Yani Aschenbach, güzelliği ve kusursuzluğu bulur onda. Sanatçının zihni ve arzuları çıplaktır şimdi. Güzellik onu mekâna bağlamaktadır. Güzel, genç, taze avare yaşarken sonunda yaşlı, yorgun deha ölür. Eros ve Thanatos…

 

Antik Yunan filozoflarından Empedokles, evrenin ve zihnin yaşamını kontrol eden iki prensip olduğunu ve bu prensiplerin birbiriyle ebedi bir çelişki içinde olduğunu söyler. Bunları sevgi ve nefret olarak adlandırıyordu. “İçgüdüler gibi doğal güçler ve asla bilinçli amaçlara sahip zekâlar değiller” diye tanımladığı bu güçlerden birinin dört elementin atomlarını tek bir birlik haline getirmek için çabaladığını, diğerinin de bu bileşimleri parçalamaya ve atomları elementlerine ayırmaya çalıştığını açıklıyordu. Empedokles dünyanın gidişatını bu iki temel güçten birinin zafer kazandığı dönemlerin sürekli, hiç bitmeyen bir değişimi olarak görüyordu; bazen sevgi bazen de nefret görevini yerine getirip evreni yönetiyordu, onun ardından ise mağlup olan güçleniyor ve tekrar zafer kazanıyordu. Empedokles’in iki temel prensibi – sevgi ve nefret – hem adları hem de işlevleri açısından Freud’un iki ilkel içgüdüsü olan Eros (aşk) ve Thanatos (ölüm) ile aynıdır; ilki mevcut fenomenleri daha büyük birleşmeler haline getirmek için çabalar, ikincisi ise bu birlikleri dağıtmak ve oluşturduğu yapıları yıkmak için uğraşır. Aschenbach-Tadzio üzerinden Eros-Thanatos metaforu görülebilir. Antik mitolojiye başka bir gönderme de Yunan Tanrıları Apollon-Dionysos miti üzerinden Aschenbach-Tadzio karakterlerini okuyabilmemizdir. Yunan Tanrısı Apollon’un karakteristik özelliklerine sahip olan Aschenbach, bir yabancı tarafından baştan çıkarılmakta ve böylece Dionysos’un hâkimiyeti altına girmektedir. Sanatın kökenlerine ilişkin bir soruyu, yani sanatın doğuştan gelen bir yetenek mi, yoksa Aydınlanma’ ya bağlı bir düzenlemenin sonucu mu olduğu, başka bir deyişle sanatın kökeninin akılcı mı, yoksa akıldışı mı olduğu sorusunu Thomas Mann eserde yarattığı genç figür Tadzio ile yanıtlar: Platon’un güzel idea’sını cisimleştiren bu “ütopik fantasma”, görünüşteki mükemmelliği ile beğeni kazanır, ama sanatın tehlikesi de işte bizzat bu mükemmellikte saklıdır. Bunu güzele olan teslimiyet olarak niteleyebiliriz.

 

Thomas Mann bu kitabı aslında Goethe hakkında bir öykü olarak tasarlamış. Eserin konusu da Goethe’nin ileri yaşta Marienbad adlı kentte yaşadığı bir aşk hikâyesi olacakmış, ancak konu özelden genele doğru bir gelişme göstermiş: Goethe model alınarak yaratılan Gustav von Aschenbach karakteri üzerinden sanat ve sanatçı sorununu işleyen yazar, bu bağlamda aşk ve esere adını veren ölüm temasını da ön plana çıkarmış. Aschenbach, etrafta salgın olmasını bilmesine rağmen Venedik’i terk etmez. Aslında şehveti ve ölümü arzulamaktadır belki de bilinçdışında. Güzellik, yaşamı yok edici bir işlev üstlenir. Aschenbach, sanatçının çıkmazının trajedisini yaşar. Venedik’te Tadzio için ölür bir nevi. Aristokrasi yozlaşır. Sanatçı itibarını kaybeder.

 

Kitap üzerinden dönen pedofili tartışmalarının varlığından haberdar oldum. Böyle düşünen insanların kitabı okumadıklarını, okusalar bile anlamadıklarını, ön yargılarına kapıldıklarını, sığ bakış açısına sahip olduklarını düşünüyorum. Öncelikle sanat ve güzelliğe dair metaforlar, kitaptaki yoğun sembolizm göz ardı ediliyor. Daha da önemlisi, cinsel eyleme dair tek bir kelime yok kitapta. Aschenbach zaten her şeyi kendi zihninde yaşıyor. Kimse bilmiyor, herhangi bir eylemde veya söylemde bulunmuyor kimseye. Ayrıca suç olan pedofili değil, pedofilik eylemdir ve yetişkin birisine yapılan taciz de muhakkak ki suçtur. Pedofili, ruh çözümlemesi açısından sapkın bir yapıya işaret eder ama eyleme geçmeyip kişinin kendi içinde bastırılıyorsa buna suç denilemez.  Lars Von Trier’in “Nymphomaniac (İtiraf)” filminde dünyadaki tüm pedofillerin %95’inin hayatları boyunca hiç eylemde bulunmadığı söyleniyordu. Eylemin doğruluğunu-yanlışlığını, suçun ne olduğunu düşünmek, algılamaktan yoksun değildir o bireyler de. Linç kültürüyle değil, bilimle-psikanalizle, farkındalıkla, tedaviyle azaltılabilir böyle suçlar. Son olarak, Thomas Mann’ın günlüklerinde bastırmaya çalıştığı eşcinsellik açığa çıkmış ve bazı yorumcular o bastırdığı meseleleri bu kitaptaki Aschenbach karakterine kanalize ettiğini düşünüyor.

 

Sonuç olarak yoğun bir dil-üslup, sanatsal-mitolojik meseleler üzerinden metaforik anlatımlar ilginizi çekiyorsa kitabı okumayı deneyin derim. Ancak, sürükleyici, sığ, popüler bir şey beklemeyin. Edebi-entelektüel seviyenizi ölçmek için de bir eşik olarak kullanabilirsiniz belki kitabı. Kendi türünde bir başyapıt.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

"Yalnızca güzellik hem sevilmeye değer hem de göze görünür bir şeydir; tinsel olanın duyularla kavrayıp duyularla katlanabileceğimiz tek biçimidir. Yoksa öteki tanrısal kavramlar da akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla görünseydi, halimiz nice olurdu? Vaktiyle Zeus karşısında Semele gibi aşktan eriyip bitmez, yanıp kül olmaz mıydık? Şu hâlde güzellik, duyan bir insanı tine götüren yoldur, sadece bir yol, sadece bir araç."

TEŞEKKÜR: Kitaba ilgimi çeken Derya'ya teşekkür ederim.

 

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER