KİTAP TANITIMLARIM 80.

“BÖCEK” (The Beetle) – Richard Marsh, Can Y., 361 s., 1. Basım, 2011.

 

“İsis keşişlerinin öldükten sonra bokböceği suretine büründükleri varsayılmaz mıydı?”

Can Yayınları’nın “Gotik Edebiyat” setindeki son kitabı da sizlere tanıtayım sevgili dostlar. Aslında 10 kitap var, bu tanıtacağım dokuzuncu. Ancak, son kitap bir Sherlock Holmes kitabı olduğundan ve eğer bir gün tanıtırsam sıralı şekilde tüm Sherlock Holmes kitaplarını tanıtmayı düşündüğümden dolayı onu es geçiyorum. Gelelim “Böcek”e…

Setteki diğer kitaplar gibi siyah üzerine kabartmalı, güzel tasarımlı bir kitap. Buradaki kabartma figür ise bokböceği. Gotik şatolardan, ormanlardan, aristokratlar, şövalyeler, leydilerden, romantik aşklardan vs. bokböceğine nasıl geldim bilmiyorum, keskin bir geçiş oldu :) Şaka bir yana, bilimsel ismi Scarabaeus Sacer olan bu hayvanın Mısır mitolojisinde kadim bir yer bulduğunu bilirsiniz. Kitaptaki çeviride de bokböceği olarak geçiyor. Keskin geçişten bahsettim, önce onu açıklayayım. Setteki birçok kitap romantik, edebi bir dil, gotik atmosferi destekleyecek mekânlar, şatolar, taşra gibi daha küçük ortamlar, soylular, aşk, betimleme ağırlıklı anlatılar, az diyalog gibi yapılar içeriyordu. Bu kitap ise rahatlıkla modern bir korku-gerilim romanı tarzında diyebilirim. Stephen King tarzı gibi örneğin. Aslında yazıldığı tarih 1897 ki bu Bram Stoker’ın “Dracula”sıyla aynı tarih oluyor, ama gotik-romantik diyebilmek zor romana. Romantik hiç değil, ancak gotik kelimesi oldukça geniş bir kavram olduğu için, mitoloji bağlantısı, böcek figürü, korku-gerilim altyapısı, gotik tarzın içinde değerlendirilebilir elbette. Yine de ben korku-gerilim demeyi tercih edeceğim.

Yazarın dili sade, olay örgüsü ve kurgu her ne kadar 4 farklı bölümde her biri birinci ağızdan anlatılarak ilerlese de diyalog ve olay ağırlıklı ilerliyor. Öyküleme, betimleme gibi üsluplar az yani. Edebi olarak da zayıf buldum dolayısıyla. Düz bir dil. Ancak romanın hakkını vermek için çerçeve bağlamı içinde değerlendirmem gerekecek objektif olmam için. Daha önce, “Dracula” ile aynı yıl yazıldığını söylemiştim. O zamanlar bu kitap oldukça ilgi görmüş, “Dracula”nın aksine. Elbette günümüze kadar gelen sürece baktığımızda “Dracula” gibi bir klasiğin yanında bu kitabı bilenin pek olmadığını düşünürsek, şu an durum bunun tam tersi. “Dracula” ile ilgili bazı benzerlikler görebiliriz romanda. Kont Dracula’nın Transilvanya’dan Londra’ya gelmesi gibi Böcek de Mısır’dan Londra’ya geliyor. “Dracula”nın mektuplar ve güncelerden oluşması gibi bu roman da bir dedektifin vaka defterinden aktarılıyor. Dracula’nın insanlara saldırması, onları erotik olarak etkilemesi ve hipnoz altına almasının benzerleri Böcek’te de var. Hatta bir sahne var, oldukça homoerotik. Dracula gibi Böcek de ısırıyor. Bu şekilde sayabiliriz benzerliklerini. Ancak “Dracula”daki romantik, aristokrat dil burada mevcut değil. Olayları çözen Dedektif Champnell de “Dracula”daki Van Helsing’e benzetilebilir. Ayrıca “Dracula”daki Renfield karakterine de buradaki Robert Holt’u benzetebiliriz.

Roman 4 ayrı bölümde 4 ayrı anlatıcının ağzından ilerliyor. Bu anlatıcılar başkarakterler değil, yan karakterler. Başkarakter politikacı Paul Lessingham ve onun 20 yıl önce Kahire’de bulaştığı bir mesele sonucu peşinde olan İsis’in Müridi Böcek… Yan karakterden, Paul’un dostu Sydney Atherton, sevgilisi Marjorie Lindon ve dedektif Augustus Champnell, Paul’un direkt tanıdıkları iken, ilk bölümü aktaran Robert Holt ise evsiz, işsiz, olaylara tesadüfen bulaşmış birisidir. Romandaki en ilginç karakterin de o olduğunu düşünüyorum.  Koyu tenli, göçmen olarak betimleniyor sık sık ve en çok şey onun başına geliyor. Dolayısıyla romanı batının sömürgeciliğine gönderme olarak da okuyabiliriz. Böcek de Afrika’dan geliyor ne de olsa ve bir politikacının peşinde. Hikâyeyi çok fazla anlatıp spoiler vermek istemiyorum okuyacaklar için.

Serim, oldukça vurucu ve merak uyandırıcı bir açılış sahnesiyle başlıyor aslında. İlerleyen bölümlerde kurgudan yüksek beklentileriniz oluyor dolayısıyla, ancak olayın düğüm-çözüm kısımları bu beklentiyi tatmin etmiyor diyebilirim. Yani, kurguyu çok sevmedim. Ancak, mitoloji bağlantısı, Böcek’in vurucu bir korku karakteri olarak değerlendirilebileceği, bazı klostrofobik sahneler gibi olumlu şeyler de yok değil kanımca. Benim gibi türün fanı olan ve özellikle eski yazarları takip eden birisi için bilgi dağarcığımı genişleten bir roman oldu. Bende derin bir iz bıraktı mı, hayır. Takip edenlere, okuyanlara çok teşekkür ediyorum ve Can Yayınları’nın Gotik Edebiyat setini burada sonlandırıyorum.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER