KİTAP TANITIMLARIM 85.

“SOFIE’NİN DÜNYASI” (Sofies Verden) – Jostein Gaarder, Pan Y., 591 s.

 

“Bir tiyatro sahnesidir bütün dünya; kadınlar ve erkekler de birer oyuncu. Sahneye bir girer bir çıkarlar ve tek bir insan ömrü boyunca pek çok rol oynar.”

Zamanında çok popüler bir kitaptı. Alıp atmışım arşivime. Ancak okuyabildim. Norveç tarihinde en çok satan kitapmış. Popüler olmasından mı yoksa önyargı olarak 15 yaşındakilere hitap eden bir kitap olduğunu düşünüp gençliğe özgü bir ukalalıkla tepeden baktığım için mi okumamışım bilemiyorum. Ancak, iyi ki şimdi okumuşum. O yaşlarda asla anlamazdım, yarım kalırdı. O yaştan bir okuyucuya ancak eleştirel düşünme farkındalığı katabilir kitap, ki amaçlarından birisi bu olsa gerek. Bu da önemli elbette. Onun dışında kitabın hitap ettiği belli bir yaş olduğunu düşünmüyorum. Her yaşta okunabilir.

Yazar, kendisi de felsefe ve edebiyat öğretmenliği yapmış. Kitabı yazmadaki amacı olabildiğince sade ve sürükleyici hale getirerek, felsefeyi anlatmak. Yani didaktik bir amaca sahip. Kitabın ana çatısı Felsefe Tarihi. Thales’den başlayarak Eski Yunan- Orta Çağ- Aydınlanma gibi lineer bir tarih üzerinden günümüze kadar felsefeyi, filozofları anlatıyor. Bunu direkt bize anlatmıyor tabii ki. Bir roman kurgusu içinde anlatıyor. Hatta iç içe bir kurgu.

Bu iç içe kurguda en içte, aslında kitabı takip ettiğimiz ana düzlemde, 15 yaşındaki Sofie’nin posta kutusuna parça parça gelen mektuplarla felsefe dersleri başlamaktadır. Daha sonra bu mektupları gönderen Alberto Knox ile tanışırız. Sofie de tanışır ve dersler yüz yüze ilerler.    Önce mitler ve felsefenin ne olduğuyla başlayan süreç, tüm felsefe tarihi üzerinden ilerler. Daha sonra Sofie’nin annesi Helene de kızının görüştüğü bu gizemli kişiyle tanışır. Böyle gerçekçi bir kurgunun içinde dozu yavaşça artan, anlam veremediğimiz, gizemli ve doğaüstü olarak yorumlayabileceğimiz ikinci bir yapı gelişir. Bu durum, beklenmedik yerlerde ortaya çıkan; Lübnan’da binbaşı olduğunu, Hilde adında 15 yaşında Norveç’te yaşayan bir kızı olduğunu öğrendiğimiz Albert Knag ismiyle karşılaşmamızla başlar. Sofie ve Alberto da Norveç’te yaşamaktadır. Bu Albert Knag ile Hilde’nin kim olduğunu sorgulamaya başlarlar. Ayrıca Alberto Knox-Albert Knag benzerliği ilginçtir. Daha sonra Sofie, evinin yakındaki, Alberto’nun yaşadığı kulübede bir aynada iki gözünü de kırptığını görür. İlerleyen sayfalarda bir yandan felsefe dersleri devam ederken bir yandan doğa üstü olaylar artmaya başlar. Masal karakterleri ve ünlü kişilikler kurguya girip-çıkmaya başlar, anlatılan filozofla bunlar bağlantılandırılır. Bu karakterlerden ilk aklıma gelenler Alice, Kırmızı Başlıklı Kız, Nuh, Çıplak Kral, Charles Dickens’ın “Bir Noel Öyküsü”ndeki Scrooge ve Kibritçi Kız (bu ikisinin geçtiği bölüm için Seçtiğim Alıntı’ya bakınız) olarak sıralanabilir. Sayfalar ilerledikçe aslında “Sofie’nin Dünyası” adlı kitabın Binbaşı Albert Knag tarafından kızı Hilde’ye felsefe öğretmek için yazıldığını, Alberto ve Sofie’nin yaşadığı dünyanın Albert Knag’ın kurgusu olduğunu anlarız. İşin ilginç yanı bu durumu Alberto ile Sofie de anlar. Daha sonra Alberto-Sofie ve Albert-Hilde’in dünyalarında yaşananlar paralel ilerlemeye başlar. Hatta bu iç içe durumda bir yerde Alberto ve Sofie bir kitapçının rafında “Sofie’nin Dünyası” adlı bir kitap da görürler. Bu da içteki 3. katman olarak değerlendirilebilir. Daha sonra Alberto ve Sofie bir plan yaparak bulundukları katmandan 1. Katmana, yani Albert ve Hilde’nin bulunduğu katmana geçerler. Fakat burada hayaletler gibidirler. Kimse onları görememekte-duyamamaktadır. Üstelik bu dünyada kendileri gibi görünemeyen başka karakterler de vardır. Onlarla da temas kurarlar. Evet, tüm bunlar benim elimde tuttuğum ve okuduğum, Norveçli Jostein Gaarder tarafından yazılmış “Sofie’nin Dünyası” adlı kurgu kitapta geçmektedir. Peki, bizim evrenimizin dışında katman ya da katmanlar var mıdır?

Gaarder bize felsefeyi öğretirken, kitabın kendi kurgusuyla da düşünmeye zorluyor. Bu iç içe kurgu, Platon’un “Mağara Alegorisi”, realizm-idealizm, paralel evrenler gibi birçok felsefi ve bilimsel başlık altında değerlendirilip yorumlanabilir. Jim Carrey’in oynadığı “Truman Show” filmi geldi aklıma bir de.  Ayrıca, yazma üzerine de bir felsefe yapılabilir. Yazarlar, yarattıkları dünya ve karakterleri ne kadar kontrol edebilmektedirler? Yoksa onlar kendi başlarına mı hareket etmektedirler? Buradan bilinçdışı konusuna da girilebilir. Stephen King’in en beğendiğim öykülerinden “Umney’in Son Vakası”nda yazar ile yazdığı öyküdeki karakter yer değiştiriyordu, o da ayrı bir parantez olarak aklıma geldi. Dolayısıyla kitabın kurgusunu başarılı buldum. Edebi değer, dil olarak değerlendirmemiz için yeterince alan açmıyor yazar; daha çok didaktik bir felsefe öğreniminin içinde buluyoruz kendimizi. Dolayısıyla bunun bir felsefe kitabı mı yoksa edebiyat kitabı mı olduğu sorusunu cevaplamak kolay görünmüyor. Felsefe Tarihi üzerinden ilerleyen en temeldeki yapı hakkında da düşüncelerimi yazmak istiyorum.

Tabii ki tüm filozofları, felsefe tarihini detaylı olarak işlemek hem seviye hem tek bir kitap olarak mümkün değil. Daha çok, terminolojiden arındırılmış, basitleştirilmiş, herkesin anlayacağı hale getirilmeye çalışılmış bir filozoflar dizini söz konusu. Her filozofun bütün düşüncelerine değil en temel fikirlerine, Felsefe Tarihi içerisindeki en önemli katkılarına değinilmiş. Elbette tüm filozoflar yok, bazıları atlanmış durumda ama en önemlileri var yine de. Epistemoloji, Metafizik- Ontoloji ve Siyaset Felsefesi, diğer felsefi disiplinlerden daha fazla yer kaplıyor. Örneğin Mantık ya da Estetik pek yok anlatımda. Onları basite indirgemek daha zor olsa gerek. Ayrıca felsefe dışında da bazı isimlere yer veriliyor: Darwin ve Freud gibi. Son bölümde de evrenden, Büyük Patlama’dan söz ediliyor. Bunu da kitabın artılarına ekliyorum. Doğal olarak, dönemlerden bahsedilirken kültürel-siyasi tarihi de felsefeden ayrı olarak tutmak mümkün değil, bunu da başarıyla gerçekleştiriyor yazar. Evrenin, bir sihirbazın şapkadan çıkardığı tavşana; insanların bu tavşanın kıllarının dibinde yaşayan minik canlılara, filozofların ise bu kılların en ucuna gidip sihirbazı görmek isteyen insanlara benzetilmesi de hoşuma gitti.

Bunun dışında en önemli eleştirim, Felsefe Tarihi’nin yalnızca batı coğrafyasında anlatılmış olunması. Tabii ki büyük bölümü, yoğunluğu burada. Ancak, Uzakdoğu’da Taoizm gibi önemli sistemler vardı. Bunlardan bahsedilmeliydi. En önemli eksiklik ise Orta Çağ kısmında. Orta Çağ’da bin yıl boyu tüm batı felsefesi, Hristiyanlığa hizmet ederken doğuda Farabi, İbn Rüşd, İbn Sina, Gazali gibi çok önemli isimler vardı. Onlar o zamanlar batı dünyasından daha aydınlardı. Aristo’yu bunlar tanıtmıştır Orta Çağ Avrupa’sına hatta. Hiç isimleri geçmiyor maalesef kitapta. Bir de Freud bölümünde meşhur “id-ego-süperego”dan bahsedilirken “id”, “o” diye çevrilmiş. Çevirmen sanırım Freud hakkında hiçbir şey bilmiyor. “id”i “it” gibi mi okumuş nedir.

Sonuç olarak bu kitabı yaş fark etmeksizin; felsefeye ilgi duyan ve başlamak isteyen, felsefeyi bilen ve bilgilerini gözden geçirmek isteyen, üstelik bunu güzel bir kurguyla birlikte sürükleyici bir deneyimle yaşamak isteyen herkese tavsiye ederim. Felsefe öğrencisi olarak benim için güzel bir deneyim oldu. Son olarak kitabın izlediği filozof- dönemleri sıralamak istiyorum (kitabın kendi kurgusuyla ilgili olan, Felsefe Tarihi dışındaki bazı bölümleri çıkardım) ve “Marx” bölümünün nasıl başlatıldığını gösteren, etkilendiğim alıntıyı sizlerle paylaşıyorum.

 

Kitabın Bölümleri:

Mitler- Doğa Filozofları- Demokritos- Sokrates- Platon- Aristoteles- Helenizm – Orta Çağ- Rönesans- Barok- Descartes- Spinoza- Locke- Hume- Berkeley- Aydınlanma Çağı- Kant- Romantik Çağ- Hegel- Kierkegaard- Marx- Darwin- Freud- Çağımız- Büyük Patlama.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

MARX Bölümü:

“Sofie, çalıların arasında koca bir yazı masası durduğunu fark etti. Masanın başında yaşlı bir adam oturuyordu. Bir şey hesaplar gibi bir hali vardı adamın. Sofie yaklaşıp adını sordu. Adam lütfen başını kaldırdı, “Scrooge*” dedi ve tekrar önündeki kâğıtlara eğildi.

            “Ben de Sofie. İş adamısın galiba.”

Adam başını salladı.

            “Hem de çok zenginim. Bir kuruş bile kaybetmek olmaz. Onun için hesapları çok dikkatli yapmalıyım.”

            “Çok sıkıcı bir iş!”

Sofie el sallayıp yoluna devam etti. Ama çok geçmeden bu kez de yüksek bir ağacın altında tek başına oturan küçük bir kız** gördü. Giysileri eski püsküydü kızın, soluk ve hasta bir görünüşü vardı. Sofie’nin yaklaştığını görünce küçük bir torbadan bir kibrit kutusu çıkardı.

            “Kibrit almak ister misin?” diye sordu.

Sofie cebini karıştırıp para aradı. İşte! Hiç olmazsa bir Kron vardı yanında.

            “Kaça?”

            “Bir Kron.”

Sofie parayı verip kibriti aldı.

            “Yüz yıldan uzun zamandır benden bir şey alan ilk kişi sensin. Bazen açlıktan ölüyorum, bazen de donarak.”

Sofie küçük kızın ormanın ortasında kibrit satamıyor olmasının pek şaşılacak bir şey olmadığını düşündü. Ama sonra az önceki zengin iş adamını hatırladı. Adam o kadar zenginken kibritçi kızın açlık çekmesi gerekmezdi.

            “Gel benimle” dedi Sofie.

Küçük kızı elinden tutup zengin adamın yanına götürdü.

            “Bu çocuğun daha iyi yaşaması için bir şeyler yapmalısın” dedi.

Adam başını kâğıtlardan kaldırıp yanıtladı:

            “Bu masraf çıkarır. Söyledim ya, bir kuruşun bile boşa gitmemesi lazım.”

            “Ama senin böyle zengin, bu çocuğun da böyle yoksul olması haksızlık.” diye ısrar etti Sofie.

            “Hadi canım sen de! Adalet birbirinin eşiti olan insanlar arasında geçerlidir.”

            “Ne demek istiyorsun?”

            “Ben çok çalışıp yükseldim. Çalışmanın karşılığı olmalı. İlerleme böyle olur.”

            “Öyle şey mi olurmuş!”

            “Bana yardım etmezsen öleceğim.” dedi kızcağız.

İş adamı yine kâğıtların arasında yukarı doğru baktı. Sonra kalemini masaya fırlattı.

            “Hesap defterimde sana ayrılmış bir hane yok. Git fakirhaneye sığın!”

            “Eğer yardım etmezsen ben de ormanı yakarım.” dedi küçük kız.

İşte o zaman masanın başından kalktı adam. Ama küçük kız bir kibrit yakmıştı bile. Kuru otlar tutuşuverdi.

Zengin adam kollarını sallaya sallaya bağırdı:

            “İmdat! Yardım edin! Kızıl horoz uyandı, saldırıyor.”

Küçük kız sinsi bir gülümsemeyle bakıyordu adama.

            “Komünist olacağım hiç aklına gelmemişti, değil mi?”

Bu sözle birlikte kız, adam ve yazı masası kayboluverdi. Sofie giderek büyüyen ateşle baş başaydı şimdi. Alevleri ayaklarıyla söndürmeye uğraştı ve sonunda başardı.

Çok şükür! Kararmış otlara baktı Sofie. Elinde bir kibrit kutusu tutuyordu hala.

Yoksa yangını çıkaran kendisi miydi?”

 

* Scrooge: Charles Dickens’ın “Bir Noel Öyküsü” adlı eserinde geçen pinti bir kapitalist.

** Kibritçi Kız: Hans Christian Andersen masalı karakteri.

Yorumlar

  1. Seçtiğiniz alıntı çok güzeldi, bildiğim fakat okumadığım bir kitaptı, akıcı tanıtımınız sayesinde kitaplığıma bir kitap daha eklenmiş oldu. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlgi ve yorumunuz için teşekkür ederim. Kitaplığınıza katkı yapabildiğim için memnuniyet duydum. İyi okumalar diliyorum.

      Sil

Yorum Gönder

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER