KİTAP TANITIMLARIM 94.


“RÜYANIN ÖTE YAKASI” (The Lathe of Heaven)- Ursula K. Le Guin, Metis Y., 216 s., 5. Basım, 2018.

 

“Akıntılarla taşınan, dalgaların elinde oradan oraya savrulan, okyanusun olanca gücüyle akıllara durgunluk veren mesafelere çekilmiş denizanası, gelgitin dipsiz kuyusunda sürüklenir… Her şeyiyle denizin sürüklenmesinden olma bu yaratık, gün ışığının kupkuru kumlarında ne yapar? Ya akıl ne yapar her sabah uyandığında?”

 

Ortasını kesip başı ve sonunu bıraksam da kitap yukarıdaki çarpıcı paragrafla açılıyor. Daha bu ilk paragraftan sonra kitabı kapatıp bir süre düşünmeme neden oldu. Gerçekliğin, aklın doğasına aykırı olduğu, düşlerimizin akla daha doğal bir ortam oluşturduğu sonucunu çıkardım. Nitekim bu çıkarımla bağdaşacak bir ana fikre sahip roman başlıyor hemen bir sonraki paragrafta. Tek cümleyle bu kitabın tarzını tanımlamamı isteseler “ütopya yaratılmaya çalışılan distopyalar silsilesi” derdim. Bu tanımlamayı da oldukça beğendim hatta. Rüyaların gerçeğin akışını değiştirmesi teması üzerinden ilerleyen kurgu, bizi farklı dünya düzeni senaryolarına hazırlıyor.

Kitabın kapağını görünce bunu hangi filmden hatırladığımı düşündüm ve biraz da araştırınca buldum. Tarkovski’nin “Stalker” filminden bir sahneyi hafif değiştirerek kapak yapmışlar. Kitabın konusuna da yakışır diye düşünüyorum. Roman, George Orr ve Doktor William Haber olmak üzere iki ana karakterin etrafında şekilleniyor. Diğer karakterler avukat Bayan Lelache, Orr’un eşi Heather, birkaç yan karakter daha ve… Uzaylı E’nememem Asfah ve… Tüm insanlık… Anlatacağım…

 

!!!DİKKAT!!! SPOILER BAŞLANGICI!

George Orr’un gördüğü rüyalar uyandığında gerçekliğin akışını değiştirmekte, yeni bir dünya yaratmaktadır. Ancak bunu kimseye inandıramamakta, zira uyandığındaki dünya düzeni ve geçmişin tek bildikleri dünya olduğunu düşünmektedir insanlar. Rüyalardan kaçınmak için kullandığı kaçak ilaçlar yüzünden yakalanıp tedavi için götürüldüğü Dr. Haber hariç… Haber bunun farkına varır ve tanrıcılık oynamaya başlar. Geliştirdiği “Artırıcı” isimli makineyle rüyalarında ne görmesi gerektiğini Georg’un bilinçdışına işlemeye çalışır. Gelin görün ki tam olarak yolunda gitmez hiçbir zaman işler. Sürekli yeni bir dünyada buluruz kendimizi. Birisinde salgın bir hastalık nüfusun çoğunu yok etmiş ve dünyada insanlar oldukça azalmıştır. Kaynaklar daha fazla, çevre kirliliği daha azdır. İnsanlar daha sağlıklı ve bakımlıdır. Ama savaşlar devam etmektedir. Bir sonrakinde insanların savaşmasını durdurmak ister Haber ancak George’un bilinçaltı Ay’a uzaylılar getirir. Dünyadaki insanlar onlarla savaşmaktadır. Bir sonraki dünyada uzaylıların aydan gitmesini ister Haber. Uzaylılar dünyaya iner böylece. Savaş devam eder. Bir sonrakinde savaşlar durdurulur. Dünyada artık savaş yoktur. Gelin görün ki bu kez de kanserli insanlar gibi birçok rahatsızlığı olanlar toplanıp yok edilir. Gelecek kuşaklara kötü gen aktarılmamaya çalışılır. Psikolojik rahatsızlıkların kökeni aile olduğu için bebekler ailelerinden kopartılıp genel eğitim merkezlerinde yetiştirilir. Tüm insanlar gri deri renginde olur ki ırkçılık önlenebilsin. Bu kez de herkesi kendisi yapan, güzelleştiren, farklılaştıran özellikler silinmiş olur. Örneğin bir önceki dünyadaki esmer bir güzel artık göze güzel görünmez. Onu güzel yapan o esmerliğidir belki de… Bu böyle devam eder. Anlayacağınız Dr. Haber mükemmel, kusursuz bir dünya yaratmaya çalışmakta ama bir türlü olmamaktadır. Final ise bizi tanrıcılık oynamaya değil bireysel hayatımızdaki anlamları yaratmaya, kendi değerlerimizi görmeye yöneltir.

SPOILER SONU.

Ursula yine beni etkiliyor, şaşırtıyor. Yazar genellikle bilimkurgu ya da fantastiği çerçeve olarak kullanıp, ana fikirlerin altını çiziyor. Ancak bu kitapta işin teknik detayları da fazlasıyla var. Uyku, uykunun evreleri, insan beyninin yapısı, EEG ve diğer cihazların detayları gibi nörolojik ve teknolojik bilgiler romana serpiştirilmiş durumda. İş rüyalar olur da Freud’a değinmeden de geçilmez elbet ve geçilmiyor da. Ayrıca 11 bölümden oluşan kitapta her bölümün başında alıntı cümleler var. Bunların yarısından çoğu Chuang Tzu ve Lao Tzu’dan. Yani Taoizm’e göndermeler var. Kitabın adı ise Victor Hugo’nun bir şiirinden alınmış.

Taoizm üzerine okumalarımdan bu kitaba uygulayabileceğim ana felsefenin Çince “ziran” olarak telaffuz edilen “kendiliğindenlik ve doğallık” ile “yapmamayı yapmak” olarak paradoksal çevirebileceğimiz “wei wu wei” olduğunu düşünüyorum. Kitapta ne yapılırsa yapılsın kusursuz bir dünya yaratılamıyor. Bir bölümün başında H. G. Wells’ten de alıntılandığı gibi, “Kusursuzluk, varlığın en derinde yatan gizemli niteliğinin, o kaçınılmaz marjinal kesinsizliğin inkarıdır sadece”. Evren belki de olması gerektiği gibi. Biz ona müdahale edip daha iyi bir hale getiremeyiz. Tüm olanaklı dünyaların en iyisi belki de bu. Ya da iyi de demeyelim, olması gereken bu belki de. İnsan, buna müdahale etmek için küçümsenir Taoizm’de. İnsan, diğer tüm varlıklardan daha değerli değildir. Dr. Haber aslında bireysel olarak kimseyi duygusal bağla tanımamakta, değişimlerini izlememekte. Sürekli büyük resme bakıp tanrıcılık oynamakta. Kitabın finalindeki bireysel değer göndermesi de bunu destekliyor.

Bir diğer değinilmesi gereken konu da domino etkisi diyebileceğim olgu. Bir olayı değiştirdiğinizde bu zaman akışındaki tüm senaryoyu değiştirecektir. Kitapta böyle bir etik çıkarım da yapılabilir. İyi bir davranış olarak düşündüğümüz hareketimiz gerçekten iyi midir acaba? Şu alıntıya bakalım:


“Haber: ‘Farz et ki balta girmemiş bir ormanda tek başınasın ve bir patikada yürürken zehirli bir yılan soktuğu için ölmekte olan yerli bir kadına rastlıyorsun. Yanındaki ilkyardım çantasında yılan antitoksini var, hem de bol bol. Olayların gidişatına müdahale etmemek adına bunu o kadından esirger miydin? Onu kendi haline bırakır mıydın?’

Orr: ‘Duruma bağlı.’

Haber: ‘Hangi duruma bağlı?’

Orr: ‘Şey…bilmiyorum. Eğer reenkarnasyon diye bir şey sahiden varsa, panzehri vermekle onu daha iyi bir hayattan alıkoyuyor, sefil bir hayatı sonuna dek yaşamaya mahkûm ediyor olabilirim. Ya da belki onu iyileştiririm, sonra aynı kadın köyüne dönüp orada altı kişiyi öldürür. Siz olsanız panzehri verirdiniz biliyorum ama bunu yapmakla iyilik mi kötülük mü yoksa her ikisini birden mi ediyor olduğunuzu siz de bilemezsiniz…”

 

Üzerine düşünmek lazım. Ursula’nın okur üzerinde en iyi yaptığı iş sürekli onu düşünmeye zorlamasıdır zaten kanımca. Tek bir yönden görmezsiniz olayları hiç. Size tek bir şey de öğretmez. Sizi düşünmeye zorlar. Üstelik bunu da bilimkurgu, fantastik kurgunun altını oyduğunuzda ulaşabileceğiniz derinliklerle yapar. Yine etkileyici bir kitaptı. Tüm Ursula severlere, ütopya/distopya sevenlere öneririm. Ayrıca uzaylılar ve adı E’nememem Asfah olanı da çok hoş karakterler olmuş.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

“Her şeyin illa da bir amacı olacak diye bir şey yok, sanki evren bir makineymiş de her parçasının faydalı bir işlevi varmış gibi konuşuyorsunuz siz de. Madem öyle, bir galaksinin işlevi nedir? Hayatımızın bir amacı olup olmadığını bilmiyorum, bunun bir önemi olduğunu da sanmıyorum açıkçası. Asıl önemli olan bütünün içinde bir parça olmamız. Bir kumaşın içindeki iplik ya da kırdaki bir ot sapı gibi. O nasıl öylece varsa biz de öylece varız. Bizim yaptıklarımız, çimenleri yalayıp geçen rüzgâra benziyor.”

TEŞEKKÜR: Bu kitabı bana öneren Alice Dorothy'e teşekkür ederim.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER