KİTAP TANITIMLARIM 183.

“HUZURSUZLUĞUN KİTABI” (Livro do desassossego) – Fernando Pessoa, Can Y., 675 s., 18. Baskı, 2017.

 

“Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.”


Pesimist bir insan olarak o tarz eserleri okumak kaçınılmazdır benim için. Fiziksel olarak da oldukça huzursuz günlerimde, doğuştan huzursuz olan ruhuma tercüme olsun diye, 3 senedir rafımda duran kitabı nihayet okudum. Bakışıp duruyorduk, bir türlü elime alıp başlayamamıştım. Zaten başladığımda da bir roman gibi aralıksız okumaktan ziyade, ara ara elime alıp parça parça okurum diyordum. Hiç de öyle olmadı. Başladım ve bitirene kadar başka bir şey okumadım. Mutlu, mesut yaşıyorsanız, işinizde gücünüzde iseniz hiç bulaşmayın. Hayatın akışına kapılıp yaşayıp gitmek varken niye oturup gecelerce, aylarca, yıllarca var oluşun ve hayatın gölgelerde kalmış acı gerçeklerini düşünüp ruhunuzu ve beyninizi yıpratasınız? Yok, “Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” diyenlerdeyseniz, Schopenhauer, Cioran, Camus, Caraco tam benim adamlarım diyenlerdenseniz ölmeden önce okumanız gereken eserlerden birisi olarak not edin.

Yayınevi, kitabın üstüne tarz olarak “Anlatı” ifadesini yerleştirmiş. Günlük formatında felsefi ve edebi denemelerden, serbest fragmanlardan oluşuyor desem uygun olur. Ancak, günlük yaşanılan olaylar değil, duygu-düşünceler kâğıda dökülmüş. Derin düşünen yalnız bir ruhun enine-boyuna analizi ya da olaysız bir öz yaşam öyküsü… Portekizli şair/yazar Pessoa’nın (1888-1935) yarattığı birçok hayali dış karakter (heteronym) var. Örneğin, şair Alvaro Campos, Alberto Caeiro gibi. Yazar, her şeyi olabilecek bütün tarzlarda hissetmek için, kendi içinde bulunan farklı yazar kimliklerini aralarında diyaloğa sokarak, onlara yazı aracılığıyla kurmaca bir gerçeklik kazandırmış. Bu dış kimliklerinden birisi ve kendisine en çok benzeyen olarak yorumlandığı için semi-heteronym olarak bahsedilen kişi ise Bernardo Soares. Pessoa, “Huzursuzluğun Kitabı’nın” yazarı olarak Bernardo Soares’i gösteriyor. Kitabın başında kurgusal olarak, Lizbon’da bir restoranda Soares ile tanıştığı, konuştuğu bölüm yer alıyor. Ardından Soares’in yazdığını söylediği kitap başlıyor.

1929-1934 arası yazılmış, üzerine tarihler atılıp numaralandırılmış, 483 adet denemeden oluşuyor kitap. Bazen aynı günde birden fazla numaralandırılmış bölüm varken bazen günlerce, haftalarca, hatta ilerleyen kısımlarda aylarca sonrasında yeni bir yazı geliyor. Bazı bölümler aforizma gibi tek cümleyken, bazıları birkaç paragraf ve sayfa uzunluğunda. Bazıları başlıklar içeriyor, “Istırap molası”, “Vazgeçmenin estetiği”, “Yağmur manzarası”, “Huzursuz gecenin senfonisi” vs. Çoğunda ise başlık yok, sadece tarih ve numara. Soares, Lizbon’da bir büroda muhasebecilik yapar. Kimsesizdir (ailesini çocukken kaybetmiş). Bir çatı katında (4. kat) yalnız yaşar. Asosyaldir, iş yerindekiler hariç arkadaşı yoktur. İş dışında evde dairesinde sürekli düşünür ve yazar. “Huzursuzluğun Kitabı”, işte bu yazılardan oluşur. Var oluş, hayat, sanat, felsefe, hayaller vs. gibi birçok konu üzerine derin derin düşüncelerini yazar.  Kitap, Pessoa’nın ölümünden sonra sandığından çıkan binlerce metinden birisiymiş. Sandıktaki kâğıt ve nesir parçalarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Yazar, hayatı reddedip hayallerle duygulara göre yaşanılmasını öğütlüyor temel olarak. Zihinsel yaşam güçlü, zengin, aforizmalarla dolu ve paradoksal metinlerle yüceltiliyor.

Mutlu çıkarımlara varmıyor yazar. Yaşadığımız dünyada ve özellikle çağımızda her derin düşünen, sorgulayan kişiler gibi o da insan var oluşunun ağırlığını taşıyor zihninde ve kalbinde. Pesimizm, egzistansiyalizm, nihilizm ile bağlantılı diyebileceğim çok fazla öğe var. Bazen romantizm akımından etkilenen Pessoa’nın şiirsel izlerini görüyoruz. Daha muğlak ve şairane yazıyor. Bazen, felsefi bir metin gibi yazıyor. Aforizma yazıyor, sanat hakkında yazıyor, insanlar, hayat, ölüm, var oluş hakkında yazıyor da yazıyor… Aslında felsefi derken burada topyekûn tutarlı bir felsefi sistemden değil bölük pörçük düşüncelerden bahsediyoruz. Kendisi de bir yerde, bu yazıları derleyip toplayacak bir sabır ve irade gösterecek birisi olsaydı bir felsefe kitabı çıkabileceğini söylüyor. Sokak felsefesi mi demeli ama bazen de Stoacılardan, entelektüel birisinin farkında olabileceği filozof ve yazarlardan bahsediyor. Dolayısıyla başkalarının gözünde sıradan bir insanın da sosyal statüden ya da akademik eğitimden bağımsız olarak ne kadar entelektüel olabileceğinin altını çiziyor. Ruhu huzursuz, yaralı Soares bazen pencereden Lizbon’u izlerken kendisini pencerenin dış pervazında unutulmuş ıslak bir bez parçası olarak tanımlarken bazen de düşünmeden hayatın akışında yaşayan insan yığınlarından oluşan topluma üstten bakarak onları hor görüyor ve tarihteki ünlü kişileri (Da Vinci gibi) yüceltiyor. Hayalleri yüceltmesi Poe’yu, eylemsizliği yüceltmesi Taoizm’i, var oluşun anlamsızlığından dem vurması nihilizmi, çabalayan ve boğulan bireyi irdelemesi egzistansiyalizmi düşündürüyor. Nietzsche bireyciliği ve üst insan da akla geliyor. Dostluk ve aşk gibi insan ilişkilerini kuramamış bir kişilik olan Soares, en iyisinin insanlardan uzak durmak olduğunu belirtiyor. Sevilmenin, bir insanın üzerinde ağır bir yük olduğunu belirtiyor. Sevmenin ise bencilliğinden bahsediyor. Tamamen çıkarlar üzerine kurulu bir dünyaya dem vuruyor. Dolayısıyla Soares, yazdığı oto biyografik satırlarda, düş ve estetik yaratım arasında gidip gelen, bir yandan gerçek öbür yandan derin düşünme halinde, yalnız ve ağırbaşlı bir memuru yansıtıyor.

Bir eleştirmen “Böyle tipik, adı var kendi yok kabilinden bir memurun, bürosunda, odasında, her gün gittiği o sıradan lokantadaki masasında yirminci yüzyılın bütün sorunlarıyla -yirminci yüzyıl yüksek burjuva edebiyatının altından bir türlü kalkamadığı şekilde-başa çıktığını görmek, asıl şaşırtıcı ve eşsiz olan budur...” demiş kitap hakkında. Yukarıda bahsettiğim tüm meseleleri kapsayan kitap, aslında sert ve aykırı düşünceleriyle bir karşı-kitap, aykırı edebiyatın önemli bir eserini oluşturuyor. Fakat nelere taraf, nelere karşı olduğu konusunda bir karmaşa olduğu için birbiriyle çelişen düşüncelere sahip. Mesela politik konularda yazdığı bölümlerde kendisinin muhafazakâr, ulusalcı, vatansever olduğunu çıkarabiliriz ama bunun yanında pagan, anarşist fikirler de karşımıza çıkıyor. Komünizm, sosyalizm, demokrasiye karşı olduğu kısımlar da var, kitle kültürü ve aydınlanmaya da. Bu konularda bir karmaşa var gibi görünüyor. Yine de kitabın önemli bir bölümünü kaplamıyor politik düşünceler. Daha çok toplum ve insan, var oluş ve hayat tabanlı aykırılık var. Belirtmeden geçemeyeceğim önemli bir yapı da doğa manzaralarının metinlere verdiği atmosfer. Özellikle yağmur ve fırtına manzaraları sıkça yansıtılıyor. Yazarın yalnızlığına arka fonunu destekliyor bu manzaralar ve ayrıca metinlerde analojilerde kullanılıyor. Bazen de şehrin sokaklarının havasının, insan manzaralarının yansımaları… Metnin tamamında nelerden bahsettiğini yaza yaza bitirmem zor. Tanrı, ölüm, yaşam, insan, aşk, dostluk, var oluş, politika, tarih, toplum, sanat, felsefe, hayaller, duygular, doğa, hastalık, akıl, ruh, şehir, yolculuk, para, çocukluk… Bazen, Orhan Veli gibi çocukluğa özlemden, hiçbir şeyi düşünmeden yalnızca kumda oynamayı özlediğinden bahsediyor. Bazen, geçmişin geçip gittiği için onun için bir önemi olmadığından, geleceğin ise sonsuz ihtimal barındırdığı için zihninin yorduğundan bahsediyor. Bu da metinlerinin arasındaki uyuşmazlıklara bir örnek…

Kitapta, “Huzursuzluğun Kitabı” sonrasında “Büyük Metinler” başlıklı ayrı bir bölüm yer alıyor. Bu kısımda da benzer yazılar var, ancak belli başlıklar altında belli konularda yazılmış denemeler içeriyor. Aşk, ölüm, hayal kurma, farklı insan olma gibi… En sonda ise birkaç ek parça yer alıyor. Huzursuzluğun Kitabı’na dâhil edilmemiş parçalar gibi… Bu iki bölüm yaklaşık 100 sayfa kadar… Kitap, bir sona ulaşmıyor. Zaten yazar hayattayken kitap olarak bir araya getirilip yayımlanmış bir eser değil.

Kafka, “Yalnızca bizi ısıran kitapları okumalıyız” diyordu. Buna katılıyorsanız, “Huzursuzluğun Kitabı” sizi derinden ısıracak. Bazen yazılanları mükemmel bulacak, bazen katılmayacak, bazen şoke olacak, bazen şehre düşen yağmurun sesiyle huzur bulacak olsanız da kesinlikle dişleri keskin bir eser okuyacaksınız. Kimileri, her gece yatmadan önce bir bölüm okuyarak hayatına ritüel katıyormuş. Derin düşünen, yalnız ve “Tutunamayan” “sıradan bir olağanüstünün”, ıstırap dolu bir dünyadaki var oluşunun kâğıda kusulması... Okuyun ve düşünün ama Cioran’ın dediği gibi “düşünmenin, bir yıkıma hazırlanmak” olduğunu unutmayın. Farkındalık lanettir. Gerçekler acıtır.

 

SEÇTİĞİM ALINTILAR:

 

“Kendini bilmemek, yaşamaktır.”

“Güneş, zihinde batar.”

“İster var olsunlar ister var olmasınlar, biz tanrıların kölesiyiz.”

“Ruhum, hayatımdan yoruldu.”

“Ne zaman son bulacak bütün bunlar, sefaletimi sürüklediğim sokaklar, soğuktan titreyerek büzülüp kaldığım, gecenin ellerini sırtımdaki paçavraların altında hissettiğim o merdivenler? Ne olurdu Tanrı bir kerecik çıkıp gelse, beni evine götürse, sıcaklık, sevgi verse… Bazen bunu düşündüğümde, sadece düşünebilmek bile sevinçten ağlatır beni… Ne var ki rüzgâr sokaklarda kol geziyor, yapraklar kaldırımlara dökülüyor… Gözlerimi kaldırdığımda yıldızları görüyorum, hiçbir anlamı olmayan yıldızları… Ve tüm bunların ortasında bir ben kalırım, hiçbir Sevgi’nin evlat edinmediği, hiçbir Dostluk’un oyunlarına almadığı, yüzüstü bırakılmış, zavallı bir çocuk.”

“İnançla eleştiri arasındaki yolun ortasında akıl hanı vardır. Akıl, inanca başvurmadan anlayabileceğimiz şeyler olduğuna duyduğumuz inançtır; gene inancın bir biçimidir bu, çünkü anlamanın temelinde, anlaşılabilir şeylerin var olduğu varsayımı yatar.”

“Gemiler denizlerde yüzmek için yapılmış görünür; ama asıl amaç yüzmeleri değil, limana varmalarıdır.”

“Hepsi bu… Biraz güneş, biraz meltem, uzakları süsleyen üç beş ağaç, mutlu olma arzusu, geçip giden günlerin melankolisi, hep belirsiz kalan bilim ve bir türlü yakalayamadığımız gerçeklik… Hepsi bu…”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER