KİTAP TANITIMLARIM 76.

“Dr. JEKYLL ve Mr. HYDE ve diğer fantastik öyküler” (The Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde and Other Tales of Terror) – Robert Louis Stevenson, Can Y., 173 s., 1. Basım, 2012.


“Her iki yanım da son derece samimiydi.”

Can Yayınları’nın Gotik Edebiyat Seti’ne devam ediyorum. Sıradaki kitabı tanıtmak benim için pek kolay değil. Zira şu ana kadar üzerine çok şey yazılmış bir klasikten bahsedeceğim. “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”ı bilmeyeniniz yoktur. Okumasanız bile biliyorsunuzdur. Sakin insanların şiddetli tepkiler verdiğinde “İçimdeki Mr. Hyde ortaya çıktı.” söylemine şahit olmuşsunuzdur en azından. 

Stevenson, öykülerini sevdiğim bir yazar. Özellikle “Şişedeki Cin” ve “Çarpık Janet” ilk aklımda yer edenler. “Define Adası” gibi klasik bir macera kitabından da bahsetmeme gerek yok. En meşhur öyküsü ise “Dr. Jekyll…” olsa gerek. Freud henüz ortalarda yokken içimizdeki diğer benliği, İd ve Süperego meselesini önümüze seren, insan ruhundaki ikiliği tema olarak kullanan klasik bir yapıt. Londra sokaklarında gizemle örülü, polisiyeye de göz kırpan bir psikolojik gerilim klasiği… Yayınevinin “Gotik Romantik” ifadesini tam karşılamadığını düşünsem de kitapta “Dr. Jekyll…” ile birlikte 3 öykü yer alıyor. Bu ifadeyi 3. öykü karşılıyor aslında daha çok.

Ana öyküde, yüksek bir tempo, gizem ve koşuşturma var. Ağdalı bir dilden ziyade yalın anlatımla, olay odaklı ilerliyor hikâye. Olaydaki ana karakter(ler), son bölümlere kadar arka planda gizemini koruyorlar ve ön plandaki karakterlerle birlikte okuyucu da onları takip ediyor. Son kısımda ise Jekyll’ın kendisi birinci ağızdan her şeyi anlatarak olayları aydınlatıyor. Kibar, eğitimli, centilmen bir beyefendinin içindeki ilkel, kaba, şiddete meyilli kişiliğini tıptan yararlanarak ortaya çıkarması ve olayların kontrolünden çıkmasını konu alıyor hikâye. Aslında her birimizin bu ikilikle yaşadığı ve bazı yönlerimizi bastırdığımızı gözler önüne seriyor yazar. Son kısımda Jekyll’ın kendisinin öyküyü devralması da yazarın kendine ve öyküye ayna tutması olarak yorumlanabilir diye düşünüyorum. İkilik, öykünün çatısına da yansımış durumda yani. Psikanalitik okumaya oldukça açık bir eser. Klasik fantastik edebiyat, gotik korku/gerilim seven herkesin mutlaka okuması gereken bir klasik! Fazla söze gerek yok.

Diğer 2 öyküden de kısaca bahsedeyim. “Ceset Hırsızı”, daha önce birkaç farklı toplama öykü kitabında okuduğum bir öykü. Bundan esinlenen bir film de izlemiştim sanırım. Stevenson öykülerinde anti-kahramanlar ve köşeye sıkışmış insanların çaresizliği sık işlenir. Bu öyküde de tam olarak öyle… İskoç yazarın, ülkesinde geçen kurguda, akademide anatomi çalışmaları için “malzeme” sorununu giderip para kazanmaya çalışan ikili anlatılıyor. Öykünün finalinde aslında oldukça karanlık bir atmosfer yaratılıyor. Bu arada, bir noktaya değinmek istiyorum. Öykünün ilk sayfalarında tanıtılan bir karakter var. Masaya vurarak konuşan, arada küfürler savunan, zaafları olan bir tip. Yazar asla argoya başvurmadan bu karakteri anlatabiliyor. Bizim korku yazarlarının sokaktaki insanı anlatırken yapması gereken de bu aslında. Küfürleri ve yerel ağzı duyduğu gibi yazıya geçirmek, edebiyatı rezil ediyor. Öyle kelimeler mi var Türkçede sanki?  Duyduğun gibi yazılmaz her şey değil mi?

Son öykü “Olalla” ise yazarın okuduğum diğer öyküleri içerisinde biraz sönük kalsa da Gotik-romantik tarzının hakkını veriyor. İspanya iç savaşı sonrası taşralı bir ailenin yanına giden ismini bilmediğimiz İskoç askerin (öykü de onun ağzından anlatılır), ailenin Olalla adlı kızıyla aralarında gelişen aşk ve sonrasındaki olaylar anlatılıyor. Temel mesele savaş ve aşk olmasına rağmen, özellikle İncil’e bolca gönderme var. Öyküye hâkim olmak için İncil’i bilmekte fayda görüyorum. Özellikle savaş, yara, kan simgeleri odağında İsa ve Çarmıha Gerilme konusu üzerine düşünmeli.

Sonuç olarak, Klasik Gotik Edebiyat sevenler, okumalı. 1800’lerde yazılmış o kategoriye giden her şey gibi bu klasiği de okumalı diyorum. Bir sonraki kitabım da yine o yıllarda yazılmış bir vampir klasiği olacak!


SEÇTİĞİM ALINTI:

“Kısmi keşfiyle bile beni perişan eden bir hakikatti bu; insan aslen bir değil, iki idi. İki diyorum çünkü sahip olduğum bilgi, o noktanın ötesine gidemiyor. Başkaları da peşimden gelecek ve beni bu konuda geride bırakacaktır ve korkarak tahminde bulunuyorum ki sonuçta insan, sadece içindeki birbiriyle bağdaşmayan ve birbirinden bağımsız çeşitli ikamecilerin idarecisi olarak bilinecektir. Bana gelince; hayatımın tabiatı gereği, sadece ve sadece tek bir yönde yanılgısız ilerleyebilmiştim.  İnsanın kusursuz ve ilkel ikiliğini, ancak ahlaki yönümle ve kendi varlığım içinde ayırt etmeyi öğrenmiştim. Gördüm ki bilincimde rekabet eden iki tabiatımdan hakikaten biri olduğum söylenebilse bile, bunu mümkün kılan şey aslında temelde her ikisi birden oluşumdu. Birbiriyle uyuşmaz tomrukların böyle aynı demette destelenmesi; bilincin ıstırap dolu rahminde bu zıt ikizlerin daima çekişmesi, insanlığın lanetiydi!  O halde nasıl ayrışacaklardı?”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER