KİTAP TANITIMLARIM 7.

 


MİNA” – Zeynep Çolakoğlu, Nezih-er Y., 218 s., 1. Baskı, 2016.

Kitap, birbiriyle içi çe geçmiş öyküler ve karakterlerle aslında parçalara ayrılmış bir novella ya da roman gibi. Düş-gerçek, ölüm-yaşam döngüleri ve ikilemleri, arafta kalmışlık, melankolik karakterler, bilim ve sanatın en karanlık sanatçı ve ürünlerinin eşlikçiliği ve rolleri, varoluşta sıkışmışlık ve aynı kitap gibi parçalara ayrılmışlık öykülerin ortak yönleri olarak karşımıza çıkıyor. Bunun dışında Black Metal ve karanlık-melankolik müzikler arka planda.

Dilden de bahsetmek isterim. Düz ve sadece olay örgüsüne odaklanan bir dil değil. Ekstra kelimeler hatta yer yer Latince kullanılarak yoğunlaştırılmış bir dil.  Olaylar dışarda ilerlerken, karakterlerin içinde daha da fazla yolculuk-olay ilerliyor belki. Derin düşüncelerde uyumsuzluk, varoluş acısı, melankoli var oluyor.

Korku kavramına da değinmek gerekirse, kitabın salt korku olmak ya da okuyucuyu korkutmak gibi bir amacı olmadığı ortada… Korkuyu bir çerçeve olarak kullanıyor aslında. Vampirler, büyüler, karabasanlar gibi korku nesneleri, aslında melankoliye ve döngüye hizmet ediyor.

“Arzunun Kanatları”nda Poe’dan alıntı karanlık simge kuzgunlar, şüphesiz ki arzunun bir metaforu. Oscar Wilde’ın “Dorian Gray”indeki ya da Poe’nun “Oval Portre”sindeki gibi canlanan tabloyu odak noktasına koyan öykünün ana fikri özgürlüğe kavuşmak için arzulardan arınmak gerektiği. Kısa ve karanlık bir öykü.

“Zifir” melankoliyi derinden hissettiren bir karakter… Karlar altında, soğuk kasaba Melas, melankoliyi ve ölümü simgelemek için güçlü bir mekân… Geometri, müzik, kan, resim, otlar aracılığıyla tedavi arayışı ve salgından kurtulma çabasının sonunda aslında her şeyin bir döngü olduğunu fark ediyor. Arka plandaki metal müzik, tedavide karşılaştığı vampirler, Serpent azizleri, melankolik ve karanlık gravürler gibi sanat ve bilimin karanlık yönleri öyküye hizmet ediyor.

“Akasya”da mitolojinin tekinsiz tarafları iş başında… Yunan Ay tanrıçasından adını alan Selene ve diğer ayla ilgili simgeler; triskelion, nazar boncukları ve yine döngü… Anneannesinin karanlık planlarının bir kurbanı oluyor Selene. Bir benzeri de “Kan İllüzyonları”’nda var.

“Ölümün Şiir Hali”nde kurguyla gerçek içiçe geçmiş durumda. Aynı öyküdeki hayalle-gerçek gibi… Bir tür Araf’ta yaşamak gibi… Ölüm itkisinin sanatsal yansımaları, Kvarforth karakterinde canlanıyor, ya da ölüyor demeliyim. Karakteri diyorum ama zaten kendisi belki de… Finaldeki parçalanma, daha doğrusu kendini parçalama sahnesi de belki de içsel parçalanmışlığının bir yansıması.

“Düş Kokusu” ise yine bir Araf durumunda, rüya ve uyanıklıklar arasında geçen bir öykü. Burada da kâbusların tedavisi için kokular kullanılıyor. Kokuların şiddeti arttıkça da öykünün şiddeti artıyor.

“Kan İllüzyonları”nda ise yoğun bir Lovecraft etkilenimi belirgin. Zaten Necronomicon üzerinden de gidiyor öykü. Burada da yine tekinsiz planları olan bir yaşlı kadın, efsane tarihi karanlık karakter Elizabeth Bathory aracılığıyla bir ayin canlandırıyor. Karanlık ve kanlı bir öykü…

“Durmaksızın Yükselen Melodi”de Acedia’nın müzik aracılığıyla karakteri ele geçirmesine tanık oluyoruz. Müzik teorilerinin derinliklerine girilip karanlık ezgiler yaratılıyor.

“Donmuş Düşler-Aynadaki Ölüm”de ise bir başka melankolik müzisyen Einar, yine oldukça ölümcül bir karakter canlandırıyor. Kendisini ölümün kollarına atan gerçek olanı belki de bu karakter dediğim. Burada da canlanan tablolar var. Giriş ve bitişin aynı cümlelerden oluşması güzel fikir. Döngüye de vurgu yapılıyor.

Son öykü “Ecel”, en yoğun öykü… Okuması ve anlaması da çok kolay değil. Diğer öykülerde tekinsiz anlarda var olan, belki de o anları kendisi var eden Ecel’i daha yakından tanıyoruz. Her öyküde müzik-resim gibi sanatsal ya da bilimsel nesnelerin olduğu gibi burada da Zehir’in yazdığı “Karanlığın Dili – E.Z” adlı kitap üzerinden ilerleyen bir öykü. Lovecraft’ın “Rüyadünya”sı, Güney Denizleri, Svalbard, Zehir’in kısılıp kaldığı tren istasyonu gibi tekinsiz ve kurgu-gerçek karışımı mekânlar var. Kayra’nın mitolojik tanrıça Ereşkigal’i kullanarak bu düzleme geçmeye ve Ecel’e ulaşmaya çalışması ama sonunun yine başladığı yerde bitmesi yine diğer öykülerdeki gibi yaşam-ölüm döngüsünün bir örneği. Ayrıca gerçek olmayan düzlemlerden bu dünyaya geçmeye çalışan karakterler gibi ortak bir yan da görüyorum öykülerde. Nisan karakterini Zifir’e benzettim. Zehir’le diyalogları etkileyici. Öykünün yazı puntosunun değişmesinin okumayı biraz zorlaştırdığını söylemeliyim.

Kitabın diğer güçlü bir yönü yaratılan sahne ve mekânların görsel açıdan bir tablo etkisi taşıması… Öykülerin ve karakterlerin resmedilmesi bu anlamda iyi bir fikir olmuş ve resmedenler eminim ki kafalarında canlandırmakta zorluk çekmemişlerdir. Karakter ve mekân betimlemeleri uygun ölçüde verilmiş; ne fazla detaya inilip öyküyü boğuyor ne de yüzeysel kalıyor. 

Bir de şaraplardan bahsetmek lazım tabii ki. Öykülere eşlik eden şaraplar, sahnelerin zihnimizde yarattığı tatlara eşlik ediyor. Onlarla birlikte yükseliyor ve kanla bağ kuruyor.

Gözüme biraz edisyon hataları çarptı. Düzeltilmesi gereken harf-kelime-noktalamalar var. 68. sayfada (Akasya öyküsü) bir paragrafta yaklaşık 10 kez “küçük kız-ufak kız” ifadesi tekrarlamış. Biraz akıcılığı sekteye uğratıyor gibi. Ecel öyküsünün son yarısının farklı yazı karakterine geçmesi de biraz okumayı zorlaştırıyor. Son olarak, dipnotlar öykülerin sonunda değil de geçtiği sayfaların altında verilebilir, takibi daha kolay olur diye düşünüyorum. Bu bir tercih meselesi elbette…

Sonuç olarak; çok disiplinli ve tekinsiz bilgilerle yüklü, yoğun dilli, “göğü karanlık sanatlar, yer altı psikanaliz ve felsefe, yüzeyi tekinsiz mekân ve karakterlerle dolu” bir kitap.

 

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER