KİTAP TANITIMLARIM 173.

“KARA VAMPİR” (The Black Vampyre: A Legend of St. Domingo) – Uriah Derick D’arcy, Laputa Y., 52 s., 1. Baskı, 2022.

 

Pek bilinmeyen, ilklerden, çarpıcı bir vampir öyküsüyle karşınızdayım. Kitabın ortaya çıktığı ortamı kısaca tanıtmak gerekiyor önce. Bir giriş yapalım:

1819 yılının Nisan ayında, Londra merkezli bir dergide “Vampir: Bir Lord Byron Öyküsü” yayımlanır. Vampirlerle ilgili daha önceleri, halk anlatıları ve şiirlerde geçen nadir örnekler vardı, ancak aslında Byron'ın eski arkadaşı ve doktoru John Polidori tarafından yazılan bu hikaye, edebi bir sansasyon yaratmış. Yayının bildirimi, ABD’de gazetelerde hızla ortaya çıkmış. Nisan ayı sonlarında bir gazetede şu kısa not yazılmış: "Lord Byron, ‘The Vampyre’ adında yeni bir düzyazı hikâyesi yayınladı.—Bunun en korkunç nitelikte olduğu söyleniyor." Byron, yazılarının sık sık yerel basımlarda yer aldığı ABD’de olağanüstü bir popülerliğin tadını çıkarıyormuş. Ünlü şairin sözde yeni bir düzyazı öyküsü büyük ilgi görmüş. Olumlu ve olumsuz yorumlar Haziran ayına kadar çıkmış. Temmuz ayına gelindiğinde, Byron'ın yazarlığı reddetmesi de rapor ediliyormuş, Ağustos ayında Polidori'nin yazarlığı iddia ediliyormuş ve sonrasında dramatik bir uyarlama ortaya çıkmış. Vampir kavramı aynı zamanda ekonomik veya duygusal sömürü için bir metafor olarak ortaya çıkmaya başlamış. Polidori’nin “Vampir” öyküsünü daha önce tanıtmıştım.

İşte tam bu arada, şu an size tanıtımını yapacağım öykü olan “Kara Vampir” adlı Amerikan yanıtı ortaya çıkmış. “Bir St. Domingo Efsanesi “alt başlığıyla yayımlanan öykü, büyük ölçüde Lord Byron ve Polidori’den etkilenerek yazılmış. Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi, sosyal konuların bir metaforu olarak kullanılıyor vampirizm.  Okurlar hem eğlenmiş hem de kafaları karışmış görünüyormuş. Bir incelemede öyküyle ilgili şöyle denmiş: “Bu öykü, Avrupa metninin düzenli bir parodisi olarak değil, yalnızca genel olarak batıl inançla ve aklı başında herhangi bir kadının umutsuzca herhangi bir vampir karakterine âşık olabileceğini varsaymanın saçmalığıyla alay etmek için tasarlanmış. Bazı özel pasajlar çok güzel vurgulanmış. Bununla birlikte, batıl inanç her açıdan uygun görünmüyor." ABD metninin ne kadar popüler olduğunu bilmiyoruz - o zamanlar birçok metin esas olarak yayınevlerinde dolaşıyormuş, ancak iki ay içinde bu metnin ikinci bir baskısı da çıkmış. Yazarın kim olduğu da muammaymış. 1845 tarihli bir yeniden basım, çalışmayı Robert C. Sands'e atfediyormuş, ancak bazı kişiler yazarın 1819 yazında Columbia'dan yeni mezun olacak olan Richard Varick Dey (1801-1837) olduğunu ikna edici bir şekilde öne sürüyormuş. D'Arcy her kimse, vampirizmi 1819 New York'unun bir dizi endişesi için bir eğretileme olarak kullanmakta hızlı görünüyor.

O zamanlar St. Domingo olarak anılan Haiti’de geçiyor olaylar. ABD’nin ilk siyahi vampirini içeren köle karşıtı bir metin olması gibi çarpıcı bir özellik taşıyor öykü. Bir önsözün ardından, açılış sayfalarında Byron ve Polidori’ye atıflar var. Hatta Byron’ın “Gâvur” (The Giaour) eserinden bazı mısralar alıntılanmış. Yalnızca bunlar da değil. Metin klasik yazarlar, tarihçiler, efsaneler gibi birçok atıf içeriyor. Hatta bu atıflar olayların akışının kendisinden bile yoğun. Bu da öykünün akışkanlığını sekteye uğratıyor. Çünkü sürekli dipnot okumak zorunda kalıyorsunuz. Hikâyede çok sayıda ironi var. Kurguda sıkıntılar olsa da hikâye fena değil.

Bir Fransız gemisiyle St. Domingo’ya getirilip ucuza Bay Personne’ye köle olarak satılan Gineli insanlar yolculuk esnasında frambezi (yaws) adlı hastalığa yakalandıklarından iskelet gibi kaldıkları için kısa sürede hepsi ölüyor. Sadece Anthony Gibbons adlı bir çocuk kalıyor ve “onu satın alan beyefendi merhamet göstererek beynini dağıtıp cesedi okyanusa attı. Gece yaşanan gelgit, kumların üzerini süpürdü, ardından ay parıldadı. Beyefendi akşam serinliğinin tadını çıkarmak için yürüyüşe çıktı. Küçük ceset ayağa kalkıp karnının ağrıdığını söyleyerek biraz ekmek ve tereyağı için yalvardığında, şaşkınlığına diyecek yoktu!”

Böyle sert ve vurucu bir girişle başlıyor öykü. Daha sonra, bir prens (muhtemelen yetişkin Gibbons), Bay Personne'nin dul eşi Euphemia'yı baştan çıkarmak isteyen Zembo adında beyaz bir yetim çocukla birlikte görünür. Dördüncü kocası olur (bu zamana kadar 3 kocasını gömmüştür) sonra onu bir vampire dönüştürür. Önceki üç kocası mezarlarından kalkar ve onun için kavga eder. Özgürlük, zincirleri kırma ve intikam mesajı hemen anlaşılıyor. Yazar, kendi yazdığı önsözde ayrıca öyküyü basit, aptal, saçma olarak nitelendiriyor.

Bu öykünün yazıldığı 1810'lar boyunca New York'ta büyük bir kölelik karşıtı hareket varmış. Haiti bağımsızlığını başarıyla kazanmış ve o zamanlar Haiti ile ilgili eserler popülermiş. Yazar, hikâyenin sonunda züppeleri, dolandırıcıları, yozlaşmış kâtipleri, intihalcileri, eleştirmenleri vb. vampir olmakla suçlayarak hikâyeye bir etik değer katıyor. Yazarın son sözü de var öyküden sonra. Vampirizmi ekonomik eleştiri, hak ihlali, insanların birbirinin sömürmesi anlamında kullanıyor açıkça burada. Hatta bu öyküyü yazan kendisinin de, Byron-Polidori’den alıntıladığı çok fazla şey olduğu için aynı sömürüyü yaptığını söylüyor.

Evet, yine kısacık yazarım diyordum ama fazla gevezelik ettim. Öyküyü, her şeyden bağımsız tek başına değerlendirsem vasat olarak nitelendirebilirdim ama öykünün yazıldığı ortam, yazılma amacı, çağının ekonomik ve politik dokusu, edebiyat tarihindeki bir alt türün erken dönemindeki temasları nedeniyle klasik gotik-korku fanlarının mutlaka kitaplıklarında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Bir çırpıda okuyacaksınız.

 

SEÇTİĞİM ALINTI:

“Sonra cesedin üzerine eğilerek uzun ve cilalı tırnaklarıyla kalbi çıkardı. Kadehi kanın içine daldırarak az önce kazdıkları topraktan çıkan bazı koyu renkli parçacıklarla karıştırdı. Kalbin hemen yanında dışarı fırlamış olan ve ay ışığı altında cılız bir ışık gibi titreşip duran saf ve eksik lenfi de iksirin üçüncü bileşeni olarak ekledi. Sonra titremek dışında hareket edemeyen eşini boğazından yakalayıp hazırladığı anormal karışımı kadının dudaklarına yaklaştırarak boğuk bir sesle bağırdı. Ağzından çıkan her bir kelime, kadının her hücresini dehşete düşürüyordu. ‘Yemin et ya da bu senin özüne aykırıysa bu gece gördüğün ve göreceklerinin hiçbirini, hiçbir şekilde ifşa etmeyeceğini bu kirli kanla ve kanlı pislikle, bu sulu kanla ve kanlı suyla, bu sulanmış pislikle ve pis suyla doğrula. Herkesi, yalan yere yemin etmeyi düşündüğün anda bağırsaklarının patlayacağına ve kemiklerinin çürüyeceğine dair tanıklık etmeleri için çağır! Yeminini et ve iç!”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER