KİTAP TANITIMLARIM 19.

 


“GOTİK ÖYKÜLER” – Kolektif, Gnome Y., 170 s., 1. Baskı, 2018.

 Etrafıma bakıyorum ve ah! Her yüzde kara bir peçe var. 

Gotik öykü! Sanırım tüm yazın tarzları içinde en sevdiğim bu. Kitabın kapağını görmem almama yetti.

7 öykü var kitapta. Normalde daha önce Türkçede farklı kitaplarda yayımlanmış öykülerin derlenip yeni bir kitap oluşturmasını pek doğru bulmam ancak bu kitaptakilerden bazılarına daha önce rastlamamıştım. 4 öyküyü de ilk kez okudum. Kitaptaki en yakın doğum tarihli yazar Lovecraft. Hepsi batılı, 19. Yüzyıl yazarları diyebilirim. Tüm öyküler gotik kelimesine temas ediyor. Birkaç tanesinde doğaüstü hiçbir şey olmamasına rağmen hem de.

İlk öykü, Charlotte Perkins Gilman’dan “Sarı Duvar Kâğıdı”… Lovecraft’ın son okuduğum kitabında bahsi geçmişti bu yazarın. Öykü müthiş. Şizofrenik hezeyanlar ve görsel şablonlarla doruk yapan tam bir delilik öyküsü. İstencine aksi yönde, gotik bir binada bir süre kalmaya zorlanan bir kadının öyküsü. “Sürünen kadın” manzarası gözlerimin önünde hala… Belki de yaşamda farklı bir anlamda sürünmenin alegorisi. Yazar da yaşamına intiharla son vermiş bu arada. Lovecraft bu öykü için “güçlü, melodramatik bir parça” diyordu. Toplumsal cinsiyet üzerinden okumaya da açık bir öykü.

Nathaniel Hawthorne’un “Papazın Kara Peçesi”, kitaptaki ikinci öykü. Bu öyküyü daha önce okumuştum. Borges’in seçkisi Babil Kitaplığı’nda Hawthorne da yer alıyordu. “Büyük Taş Yüz” adlı öyküsünün isim olarak seçildiği o kitapta bu öykü “Rahibin Kara Peçesi” diye geçiyordu. Bu yazar, Amerika’da Poe’dan sonra en önemli gotik öykü temsilcisi olarak lanse edilir. Aslında öyküdeki karanlık yan, doğaüstü bir kurguyla değil ana karakterin zihnimizde yer eden figürüyle verilmekte. İyi öyküler, son kelimesini okuduğumuzda bitmezler. Bizimle yaşamaya devam ederler. İşte bu öyküdeki yüzüne ince siyah bir peçe gererek geri kalan hayatını öyle yaşayan papazın görüntüsü her zaman imgelemimde yaşamaya devam eden bir figür olmuştu. Karmaşık olmayan, minimalist bir olay örgüsüyle aslında “persona” eleştirisi olan öykü, finalinde beklediğimiz mesajı veriyor. Bu yazar için Lovecraft şöyle diyordu: “Kurgularını, uysalca vazgeçtiği kinizminin ikiyüzlülüğüne dair sezgilerine rağmen matemini tuttuğu insanoğlunun vefasızlığının saf ahlaki değerlemelerini sergileyebileceği didaktik ya da alegorik bir biçimle melankoli kumaşına sessizce dokur.” Katılıyorum ben de. Yazarın melankolik ve insanlığı eleştiren bir yapısı var. Buradan yola çıkarak, yıkıcı ve karanlık korku öykülerinden biraz uzakta durduğunu da söyleyebiliriz. Elbette bu, iyi gotik öyküleri olduğunu yadsımaz.

E.F. Benson’un “Kuledeki Oda” öyküsüne geldiğimizde ise korku-gerilim tarzının karşılığını alıyoruz. Kitabın en “korkuncu” olarak nitelendirebileceğim öyküde, detayları değişerek tekrarlayan kâbuslarda, sonundaki yoğun korkunun nesnesi gizli tutularak okuyucuyu korkutmayı ve germeyi iyi başaran bir senaryo çıkıyor karşımıza. Rüyanın gerçeğe döndüğü finalde ise korkuya bir yüz takmak zorunda kalınıyor. Mekân olarak yine büyük gotik bir malikâne seçilmiş durumda ve odak noktası o yapının kulesindeki bir oda. Geçmişte yaşanan korkunç olay, fırtınanın, kedilerin ve bir tablonun da eşlikçiliğiyle ortaya çıkıyor.

Bir sonraki öykü, üstat Lovecraft’tan “Duvardaki Fareler”… Ben olsam bu kitap için bu öyküyü mü seçerdim bilmiyorum ama geçmişte yaşanan ve yavaş yavaş ortaya çıkan korkunç aile sırları; tarihin-mimarinin-mahzenlerin ve ölümün kokusu ve farelerle parçalanma-çürüme-ölüm sembolizmiyle oldukça “gotik” bir öykü olduğunu söylemek gerek.

S. Carleton’un “Topal Rahip” adlı öyküsü de yine korku edebiyatının meşhur canavarlarından birini işliyor. Kanadalı yazarı daha önce duymamıştım. Öykünün kar-orman atmosferi, yazarın başarısıyla muazzam bir görsel şölen yaratıyor. Sonsuz beyazlıkta topallayarak ilerleyen rahip yine müthiş bir kareydi. Kentlerden uzak, orman kıyısında bir yaşam, Kızılderili batıl inançları ve yakınlardaki köylere saldırıp Kızılderililerin de o bölgeden uzaklaşmasını sağlayan “canavar”, öykünün güçlü tema ve karakterleri. Zaten ne olduğunu sezeceksiniz öykünün ortasında ama işleyişi oldukça beğendim. Kapılar ardındaki güven hissi ve güvenliği tehdit eden şiddetin gelişi, sürükleyiciliği hızlandırıyor. Yazar belki de kıtaya gelip yerlilerin hayatını ellerinden alan beyaz adamdan intikam alıyor da olabilir alt metinlerde. Janrın odağında, etkili bir öykü…

6. öykü Stevenson’dan “Ceset Hırsızları”. Ben bu yazarı çok severim. Hemen Dr. Jekyll ve Bay Hyde” klasiğini başta söyleyebiliriz ama unutamadığım birkaç korku öyküsü de var. Uzak adaların tuhaf inançları, kültürü ve gizemli atmosferinin kokusu bir başkadır yazarın bazı öykülerinde. Define Adası da macera kitabı olmasına rağmen, klasikler arasındadır bildiğiniz üzere. Aslında yazarın öykülerinde “macera” hep vardır ve bu öykü de aslında macera temelli ilerliyor. Konu olarak isminden de anlaşılacağı üzere korku ve gotik kategorilerine rahatça giriyor. İskoç yazarın, ülkesinde geçen kurguda, akademide anatomi çalışmaları için “malzeme” sorununu giderip para kazanmaya çalışan ikili anlatılıyor. Öykünün finalinde aslında oldukça karanlık bir atmosfer yaratılıyor. Yazarın en sevdiğim öykülerinden birisi olmadı bu ama okumak keyifliydi yine de. Bu arada, bir noktaya değinmek istiyorum. Öykünün ilk sayfalarında tanıtılan bir karakter var. Masaya vurarak konuşan, arada küfürler savunan, zaafları olan bir tip. Yazar asla argoya başvurmadan bu karakteri anlatabiliyor. Bizim korku yazarlarının sokaktaki insanı anlatırken yapması gereken de bu aslında. Küfürleri ve yerel ağzı duyduğu gibi yazıya geçirmek, edebiyatı rezil ediyor. Öyle kelimeler mi var Türkçede sanki?  Duyduğun gibi yazılmaz her şey değil mi? İlaveten, bu öyküden bir yer hoşuma gitti. Alıntıladım yazımın sonunda.

Kitabın son öyküsü Poe’dan Berenice. Usta öykücüden usta bir öykü… Obsesyon ve diş simgesiyle doruk yapan, psikolojik korku-gerilim türünün öncüllerinden… Kitap için müthiş bir final!

Sonuç olarak keyifle okuduğum harika bir seçki olmuş. Spoiler vermemeye çalıştım elimden geldiğince. Çerçevesel olarak yorumlamaya çalıştım öyküleri. Ben bu türe bayılıyorum zaten dediğim gibi. İyi bir kitap okumak, entelektüel anlamda iyi bir tatmin yaratıyor ve bu duyguya da bayılıyorum. Kitabı, türü sevenlere tavsiye ediyorum, keyifli okumalar.

SEÇTİĞİM ALINTI:

Toprağa verilen cesetler, çok uzaklarda farklı bir dirilişin neşesiyle uyanmayı beklerken, telaşlı kişilerin gazyağı lambası altında, kazma ve kürek sesleriyle uyanıyorlardı. Tabut zorlanıyor, kefen yırtılıyor, malzeme kaba çuha bezine sarılıyor, ay ışığı altında saatlerce sallandıktan sonra sonunda her şey bir grup meraklı öğrencinin önüne seriliyordu.  Altmış yıldır orada yaşayan, iyi tereyağı ve tanrısal konuşmalardan başka bir şey bilmeyen çiftçi bir kadın, gece yarısı mezarından kaldırılacak, ölü ve çıplak bir vaziyette Pazar ayinlerinden çok uzaktaki bir şehre taşınacaktı. Kıyamet günü ailesinin yanındaki yeri boş kalacak ve en mahrem yerleri meraklı anatomistlerin önüne serilecekti.”

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER