KİTAP TANITIMLARIM 73.


“HAYALETGÖREN” (Der Geisterseher) – Friedrich Schiller, Can Y., 142 s., 1. Basım, 2011.

Can Yayınları’nın “Gotik Edebiyat” seti, türün fanı olduğum için ilk gördüğümde hemen heyecanlandırdı beni, akabinde seti edindim. Güzel tasarımlı bir kutu içinde yine birbirinden güzel kapak tasarımlarına sahip 10 adet kitaptan oluşuyor set. Kapaklar siyah olarak tasarlanmış. Her birinde kabartmalı bir ya da birkaç figür de yer alıyor. Tasarımları oldukça beğendim. İçlerinden 3 tanesini daha önce başka yayınevlerinden okumuştum. 1 tanesine de (E.T.A. Hoffmann’ın “Gece Tabloları”) daha önceki tanıtımlarımda yer vermiştim. O kitaptaki bir öyküdeki karakter, bir bölümde “Hayaletgören”i okuyordu. Güzel bir bağlantı olmuş. Dedim setteki okumadığım kitaplara devam edeyim ve “Hayaletgören”den devam ettim. 

Bu, bir romanın ilk bölümü. Uzunca bir roman olacağı belli ama yazar sadece ilk bölümünü yazıp bırakmış, devamını yazmamış. 142 sayfa okuyorsunuz, ardından “İlk bölümün sonu” diye bir ibareyle kitap bitiyor. Olay örgüsü yarım kalıyor yani. Dolayısıyla okumadan önce bunu göz önünde bulundurun ki birçoğu okumak istemeyecektir. Ancak, “yarım bırakılmış bir romanı okumanın anlamı yok” diye indirgeyemeyiz bu kitap hakkındaki yorumlarımızı. Bunun nedenlerinden bahsedeyim biraz.

Schiller, oyun ve şiir yazıyor aslında. Hiç okumadım itiraf edeyim. Bu, tek roman denemesiymiş. Bu kitabın önemi, romantik ve gotik düşünce geleneği üzerinde önemli etkileri olması. 1780’lerde yazılmış ki bu tür için oldukça erken bir tarih. Tür, genelde 1800 ve sonrasında gelişti. Daha öncesinden bir elin parmağı kadar eser var. Bu roman fragmanında kullanılan motifler daha sonra Hoffmann, Thomas Mann gibi yazarlar tarafından edebiyat sahnesine taşınmış, kullanılan anlatım teknikleri ise Poe, Lovecraft, Clark Ashton Smith gibi isimler tarafından benimsenmiş. Dolayısıyla bu türün fanı olup, kökenlerine inmek isteyen benim gibi okurlar için önemli bir bilgi kaynağı durumunda kitap.

Venedik’te yaşayan bir Alman prensinin başından geçen olaylar anlatılıyor. İlk taraflarda uzunca bir durum öyküsüne dönüşen ruh çağırma ve komplo teorisi sahnesi var. Doğaüstü gibi görünen bir tezgâhın, ustalıkla planlanmış bir oyun olduğu ortaya çıkıyor. Analitik düşünmeye, polisiye edebiyata da göz kırpıyor bu kısım. İkinci yarıda ise birkaç kişi arasındaki mektupları okuyoruz, olaylar o şekilde ilerliyor. “Dracula”’daki gibi… Ortalıkta dolaşan gizemli bir adam var, romanın odağında o yer alıyor. Ancak, olaylar çözümsüz kalıyor maalesef…

Okurken, yarım olduğunu bildiğimden de olabilir aşırı keyif aldığımı söyleyemeyeceğim. Mektup kısımlarını biraz uzun tutmuş yazar. Keşke devamı olsaydı ama… İnsan merak ediyor… Sonuç olarak sadece türün fanıysanız ve kökenleri merak ediyorsanız okuyabilirsiniz, aksi halde önemli bir şey kaybetmeyeceğinizi düşünüyorum okumazsanız.

Yorumlar

SİZİN İÇİN ÖNERİLEN DİĞER İNCELEMELER